Filistin’de ve Kıbrıs’ta iki akıl hastanesi: Hayaletler ve Köstebekler

20 Temmuz 1974’te bombalanan Athalassa Akıl Hastanesi

Aziz Şah – Kıbrıs’ta 1974…

Filistin’de 1948…

Kıbrıs’ın kuzeyini Rumsuzlaştıran etnik arındırma savaşı…

Filistin’e karşı var olmayan bir İsrail’in 70 yıl önce başlattığı kıyamet savaşı…

Biraz 1948’deki Deyr Yasin katliamından biraz da 1974’deki Athalassa Akıl Hastanesi’nin bombalanmasından bahsedeceğim bugün…

Bir senedir aklımda bu yazı. Yazılmayı bekliyordu…

Geçen sene Ağustos’da, 1974’te bombalanan akıl hastanesinin 3’ü Türk 31 Kıbrıslı kurbanına, savaştan 43 sene sonra ulaşıldığı haberini görünce aklıma ilk Filistin’de 1948’de gerçekleşen Deyr Yasin katliamı geldi…

Katliamdan sonra İsrail Deyr Yasin’e bir akıl hastanesi inşa etti…

Bu konuda kamerasını “makineli tüfek” gibi kullanan yahudi sinemacı Udi Aloni de insanı serseme çeviren bir film çekti…

Filmin adı “Bağışlamak”…

Önce gerçeklerle yüzleşmek gerek bağışlayabilecek kadar olgunlaşmak için…

Gerçekleri apaçık ortaya sererek serseme dönecek kadar cesur olmak gerek…

Film şu pasajla başlıyor:

“9 Nisan 1948’de yahudi milisler Filistin köyü Deyr Yasin’e girer ve 100’den fazla köylüyü öldürür. Hemen ardından yıkıntılar üzerine bir akıl hastanesi inşa edilir. İlk hastalar Yahudi Soykırımı’ndan kurtulanlardı. Efsaneye göre hayatta kalanlar köyün hayaletleriyle iletişim kurmuşlardı.”

Auschwitz’den Dachau’dan Buchenwald’dan Majdanek’ten Stutthof’tan Mauthausen’den Neuengamme’den Ravensbrück’ten kurtulan soykırım mağdurları 1948’de başlayan Filistin soykırımında haritadan silinen bir köyde kurulan akıl hastanesinde tedavi ediliyordu…

İşin aslı Udi Aloni’nin kamerasına göre tedavi olmak istedikleri falan da yoktu…

Filmin esas oğlanı, psikiyatırı, onlarca delisi ve esas oğlanın kızları var…

Ama filmin asıl adamı Auschwitz’den kurtulan “Muselmann” lakaplı Yakop…

“Muselmann” Auschwitz’te kurtulma şansı olmayanlara verilen isimdi. Toplama kampının ölmemiş ölüleri…

Auschwitz’in “Muselmann”ı Yakop o cehennemden kurtulur. Deyr Yasin’in yıkıntıları üzerindeki akıl hastanesinde kazı yapar…

Psikiyatıra psikanaliz dersleri verir deli Yakop…

Bilinçaltı bilinçüstü, toprağın altı toprağın üstü…

Ve “ben köstebeğim” der. Toprağı kazarak köyün eski sahiplerine ait eşyalarla tedavi olur. “Çok faydalı bir terapi yöntemi” der doktora…

Kıbrıs’ta Kayıplar Komitesi’nin yaptığı gibi toprağı kazar ve köyün sahiplerinin kemiklerini, eşyalarını, hayatlarını çıkarır ortaya…

Filmin bir yerinde psikiyatıra şöyle der:

-Herr Doktor! Beni tedavi etmeyeceksin değil mi?

-Merak etme Yakop, etmeyeceğim. Benim misafirimsin, der doktor…

-Hayır, der Yakop…

-Asıl sen benim misafirimsin Herr Doktor!

Biraz bizim BM Genel Sekreterleri ile ilişkimize benziyor Yakop’la psikiyatırın muhabbeti…

-Çözmeyeceksiniz değil mi Kıbrıs sorununu, diyoruz…

-İstesek de çözemeyiz, diyorlar bize…

BM Genel Sekreterleri mezarlığında ıslık çalarak dolaşıyoruz…

Karşılıklı misafirlik yapıyoruz yeni gelen sekreter ve özel temsilcileriyle…

Onlar bizim posta memurumuz!

Deyr Yasin’deki akıl hastanesi nasıl Yahudilerin ve Filistinlilerin trajedisi ise, 20 Temmuz 1974’te bombalanan Athalassa Akıl Hastanesi de Kıbrıs’ın trajedisidir…

Geçmişte Sevgül Uludağ birkaç kez yazıp hatırlatmış olsa da 43 yıl unutuldu Türk ve Rum Kıbrıslıların bir arada gömülü oldukları Athalassa toplu mezarı…

Unutulmasının sebebi, akıl hastanesi olduğu için mi, yoksa Türk ve Rumların beraber ölmelerinin yarattığı ulusal düş kırıklığından mı, kim bilir?

Aslında Türk ve Rum Kıbrıslıların ilk kez birlikte öldükleri ve birlikte gömüldükleri yer Athalassa Akıl Hastanesi de değil…

18 Mart 1925’te Fugasa maden ocağında meydana gelen patlamada 8’i Türk 3’ü Rum 11 maden işçisi can verdi. O günün şartlarında kimlik tespiti yapılamadığı için de koyun koyuna birlikte gömüldüler…

İşin acısı toplu mezarın orada olduğunu Rumlar biliyordu, yeni bir akıl hastanesi yapmaya karar verdiklerinde binanın toplu mezarın üzerine inşa edilmemesi için bir zorunluluk olarak konu yeniden basına taşındı…

Bir Udi Aloni’miz olsa Deyr Yasin’in filmi gibi Athalassa’nın filmini çekerdi…

Görgü tanıklarına göre, bombardımandan sonra hastane bahçesinde açılan kraterlere gömüldü 31 Kıbrıslı…

Kıbrıs ve Filistin’in birbirine en çok benzeyen tarafı, İngiliz’in kurdurduğu ve desteklediği paramiliter çetelerle yürüttüğü böl-yönet politikasıydı. Haganah, Igun, Lehi, Stern başta olmak üzere Filistinliler üzerinde korku salarak onları göçe zorlayan paramiliter terör çeteleri ile Siyonistler 1920’lerden başlayarak etnik temizliğe giriştiler.

1948’de o günlerde yapılan onlarca katliamdan sadece bir tanesi olan Deyr Yasin katliamını gerçekleştiren çeteleri İngiliz sömürgeciliği 1936-39 arasında Filistinlilerin İngiliz sömürgeciliğine karşı gerçekleştirdiği ayaklanmayı bastırmak için kullanır…

İngiliz’in Kıbrıs’ta kurduğu Auxiliary Polisi gerçekleştirdi katliamı, üzerine soykırım mağdurları için akıl hastanesi kurulan Deyr Yasin’de…

1948’de Kudüs-Tel Aviv arasını Siyonistlerin etnik temizlikten geçirdikleri günlerde Kudüs’ün batısında kalan Deyr Yasin köyünden katliam haberi gelir…

İngiliz sömürge idaresinde palazlanan paramiliter çeteler köye saldırır. 250’yi aşkın kişiyi yaylım ateşiyle öldürürler…

Cemal Süreya’nın “Bizi bir kamyona doldurdular” dizesi gibi, Deyr Yasin’de öldürdükleri 250’yi aşkın insanın cesetlerini kamyonlara doldurarak Kudüs sokaklarında zafer turu attılar…

O günün Yahudi liderliği ve çetelerin başı Haganah bu katliamın sorumluluğunu reddeder ve kınar. Araplar izler. Katliamın hedefi, korku salarak Filistinlileri göçe zorlamak ve kendiliğinden bir etnik temizlik gerçekleştirmektir. Filistinlilerin mültecileşmesinin önemli bir köşe taşıdır bu katliam…

Hedeflediği gibi korku salar…

Udi Aloni’nin “Bağışlamak” filminden açıldı laf. Kıbrıs’ta ve eski Filistin’in bir köyünde iki akıl hastanesinin hikâyesinden…

Filmin esas oğlanı David…

Babası Auschwitz’ten sağ kurtulan bir soykırım mağduru…

Savaştan hemen sonra Alman malı tabancasını alıp Filistin’e savaşmaya gider…

İki sene savaştıktan sonra “Piyano mu, makineli tüfek mi” diye sorar kendi kendine… 

New York’a döner…

Oğlu David babasının Auschwitz kimliğinden kurtulamaz ve kendini İsrail’de bir kontrol noktasında asker olarak bulur…

Devriye attıkları sırada bir kız çocuğunu öldürür ve film orada kopar…

David kafayı yer ve küçük bir Auschwitz olan Deyr Yasin akıl hastanesinde bulur kendini…

Filmin esas adamı Auschwitz’in ölmemiş ölüsü Yakop bir köstebek gibi kazarak topraktan çıkardığı ganimetlerle tarihi tedavi eder…

Deyr Yasin katliamından sonra katliamı kınayan İsrail liderliği, Yahudi yerleşimleri arasında kalan Arap adacıklarının imha edilmesi emrini verir…

Hâlbuki David’in New York’ta tanıştığı Filistinli kadının küçük kızı ona bir hikâye anlatır: David’in babasının 2 yıl 1947-48’de savaştığı Filistin’de ailesinden tek bir kişi sağ kalmıştır. Küçük kızın odasında Filistin’deki evlerinin fotoğrafı asılıdır. Büyük baba ise bir gün geri dönecekleri ülkedeki evin anahtarını küçük kıza emanet eder. Anahtar taşıyıcısıdır o… 

Savaş, göç ve sürgün ne kadar büyük olursa olsun her zaman geri dönmek için bekleyen bir anahtar taşıyıcısı vardır. Dönmek için bekler anahtar taşıyıcıları, geride bir ülke kalmasa bile…

Filmin sonunda Auschwitz’den sağ kurtulup Alman malı tabancasıyla Filistin’de iki yıl savaşan piyanist babanın oğlu David, babasının silahıyla intihar eder…

(22 Temmuz 2018 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author