Ya dileneceğiz ya direneceğiz: Korona’nın faturasını kim ödeyecek?

Aziz Şah – Küresel ekonomik depresyonun ortasında küresel salgının göbeğindeyiz…

Olağanüstü koşulların olağanüstü çözümleri olur: Savaş ekonomisindeyiz…

Savaş ekonomisinin en basit şekliyle üç ayağı var: Tefeciler, karaborsa ve kamulaştırma (el koyma)…

Tefeci düzeni ve karaborsayı iliklerimize kadar yaşıyoruz…

Hem küresel hem yerel düzeyde…

Küresel ölçekte ilaç şirketlerine kredi veren yatırım bankaları Koronavirüs tedavisinde kullanılan temel tıbbi malzemelerin (ilaç, eldiven, maske, koruyucu kıyafet vesaire) fiyatlarının yükseltilmesi için baskı yapıyor…

Yerel ölçekte ise Kıbrıs Türk burjuvazisi temel ihtiyaçlara karaborsa fiyatı biçiyor, oteller ve özel hastaneler ise “özel mülkiyetin dokunulmazlığı” kalkanıyla korunuyor…

Yılanın çıngırağı New York’ta titrediğinde zehri üçüncü dünya ülkelerine akıyor…

Biz de o üçüncü dünyadayız…

Dünyada kapitalizme nefret kusuluyor…

Kıbrıs’ta ise 3-5 “yardımsever” kapitaliste “heşa” çekiyorlar, “işte bizim yardımsever insanımız” diye…

Otellerde üç-beş oda açmışlar, üç-beş kuruş atmışlar ortaya; onlar için üç-beş kuruş milyarlık prestij oluyor…

“Bizim yardımsever insanlarımız” bir tane yardım vakfı kurmayı hiçbir zaman akıl etmedi…

Neden?

Ama ilaç firmalarına baskı yapan aşağılık yatırım bankalarına bağlı dünya çapında yüzlerce vakıf var…

Neden?

Düşünün…

Heşa çekiliyor… Kime? 1964’ten beridir bize karaborsa mal satan toptancılara, marketlere, tefecilere…

Onların çocuklarına ve torunlarına!

Yardım ve bağış yapıyormuş Kıbrıslı Türk “onurlu” burjuvalar…

Nedir bu rica minnet hali?

1964’ten beridir bizim sırtımızda biriktirdikleri sermayeden vergi bile vermeyenlerin ne kadar insancıl olduklarına düzülen övgülere bakıyorum…

Düşünmeden edemiyorum…

Neden Kıbrıs Türk burjuvazisinin kendi cebinden harcama yaptığı tek bir köklü yardım kuruluşu yoktur?

AB’den fon almak için kurdukları STÖ’ler var, kendi ceplerinden para çıkan tek bir kuruluşları yok…

Kıbrıs Rum burjuvazisinin vardır böyle kuruluşları…

Kıbrıs Türk burjuvazisi neden ucundan bile “koklatmaz” topluma…

Ne oldu da şimdi çıktılar sahneye?

Yaptıkları yardımdan büyük reklamları yayınlanıyor…

Sendikaların yardımları neredeyse haber bile olmayacak, burjuvazinin üç-beş kuruşu ise manşetlere çekildi!

1964’ten beri ucundan bile koklatmayanlar, nasıl oluyor da birkaç otelciği açmak zorunda kaldı?

Düşünen bulur…

Küresel ekonomik depresyon var…

Küresel salgın var…

Küresel savaş var…

Yağmadan korkuyorlar…

Mallarına el konulmasından korkuyorlar…

Sistem tamamen çökerse, ortada kalacaklar, öldürmeyecek kadar süründürecek düzeyde sistemin çalışması gerek…

Cevap çok basit: Kendilerine karşı biriken öfkeyi görüyorlar, sosyal patlamanın önünü almak için dilencinin önüne atar gibi atıyorlar üç-beş kuruş…

1964’de Kıbrıs Cumhuriyeti’ni terk etme kararı aldı Denktaş-Küçük liderliği…

Ya taksim ya ölüm dediler…

“Türk’ten Türk’e kampanyası” dediler…

Türk’ten alışveriş yapmayanı terörle, tehditle, ölümle yola getirdiler…

Herşey ayrı bir Türk burjuvazisi, ayrı bir Türk çarşısı yaratmak içindi…

Türk tüccar Rum tüccardan 1’e aldığını, yeri geldi 30’a, yeri geldi 100’e, yeri geldi 150’ye, yeri geldi 500’e sattı!

1964’ten bugüne böyle geldik…

Çok dinledim büyüklerden: Savaş zamanı gelen Kızılay yardımlarını istifleyip önce bakkal, sonra market açan teşkilatçıların hikâyelerini…

Ya taksim ya ölüm siyasetiyle 1974’te hem öldük hem bölündük, ayrı bir çarşı ve burjuvazi yarattık…

Taksimin 29’uncu senesinde kapılar açıldı.

Kapılar açılana kadar Kıbrıs Türk burjuvazisi karşı çıktı kapıların açılmasına: Rum burjuvazisi bizi yutar dediler…

Baş edemeyiz Rum burjuvazisiyle dediler, tam tersi oldu; Rum burjuvazisi Türk burjuvazisi ile baş edemedi…

Türk Lirası eridikçe Kıbrıs Türk toplumu eridi ama Kıbrıs Türk burjuvazisi hiç şikayetçi olmadı. Kıbrıs Türk toplumu ile burjuvazisinin TL’nin kuru üzerindeki çıkarları bile zıt…

Türk Lirası eridikçe Rum müşteriler çoğaldı, milyonlarca Euro aktı güneyden kuzeye, Kıbrıs Türk burjuvazisi biraz daha palazlandı…

Türk’ten Türk’e kampanyası Türk’ten Rum’a kampanyasına dönüştü… 

1974’e kadar Kıbrıslı Türklere karaborsacılık yaparak oluşan, 1974’ten 2003’e Rum ganimetlerini talan ederek palazlanan, 2003’ten bugüne Rum müşterileri ile dolar milyarderlerine dönüşen bu sermaye erbabı hep kan akıttı, hiç ter akıtmadı…

Muzaffer Gürkan-Ayhan Hikmet’i de onlar öldürdü…

İnşaatlardan patır patır düşerek ölen işçileri de onlar öldürdü…

Kanın üzerinde ter akıtmadan yükseldiler!

Şu günlerde küresel bir salgın yaşıyoruz…

Nam-ı değer Korona…

Korona’dan da ilk vurgunu toptancılar ve marketçiler vurdu, 1964’ten bugüne aile boyu karaborsacılar…

Nam-ı değer Kıbrıs Türk burjuvazisi, “çarşı”…

Halk vurgunun farkında, öfkeli…

15-20 lira olan kolonya 80 liraya çıktı. Korona’dan da vurgunu vuran toptancı-marketçi 1964’ten beridir bu topluma karaborsacılık yapanlardır…

New York’ta yatırım bankalarının tefeciliği, Kıbrıs’ta karaborsacılar…

Herkes herşeyin farkında ve öfkeli…

Ortada bir devlet olmadığı için kafalarına esen fiyatı yazıyorlar…

Vurgunu vuruyorlar, sonra da 3-5 kuruş yardım yapıyorlar hastaneye, “özel haber” yaptırıyorlar satılık kalemlere…

Daha önce çok yazdım: “Özel haber”in tanesi 10 bin liraya kadar çıkar. 6-7 bin liraydı en son ortalaması. Gazetelerin reklam şubelerini arayıp haber siparişi verirler, cılkı çıkmış bir konudur “reklam olarak yazılan özel haberler”…

Yani yaptıkları yardımdan çok yardımın pazarlanması için reklama para verirler!

Toptancı-marketçilerin vurgununa öfkelenen halkın gazını almak için “bir süre yardımsever kahramanlar” olarak sunulacak büyük burjuvazi…

Şimdiden reklamlar uçuşmaya başladı; “heşa”lar çekiliyor…

Bir taraftan büyük burjuvaziye “heşa” çekilirken diğer taraftan hükümet sendikalara kamu çalışanlarından %25 kesinti ve 13. maaş ile Eşel Mobil’in iptalini önerdi.

Bütün dünyada özel hastanelere, otellere, ecza depolarına el koyuyor hükümetler. Birçok farklı ülkede benzer genelgeler yayınlandı…

Savaş/kriz ekonomisi olarak devletlerin kamulaştırmayı savunması yeni bir durum değil…

Bugüne kadar devletler batmış şirket ve bankaları kamulaştırarak, yani borcu kamulaştırarak, bankanın-şirketin borcunu halka ödeterek banka ve şirketleri kurtardı…

2008’de başlayan depresyondan sonra İngiliz ve ABD şirket ve bankaları için “kurtarma paketi” olarak kamulaştırma uygulandı, yakın zamanda Arjantin YPF petrol şirketini, Fransa limanını kamulaştırdı…

Son 10 yıl devletlerin kamulaştırma savaşlarına tanıklık etti…

2008’de serbest piyasa çöktü çünkü…

Lafı uzatmadan Yılmaz Tan’ın “Kamulaştırma mı? Aman ha!” yazısından  (www.gercekgazetesi.net) aktarayım:

“2008 ekonomik krizinde dünyanın önde gelen otomobil firması General Motors iflas etti, bir dizi ABD finans kuruluşu, İngiliz ve Avrupa bankaları iflasın eşiğine geldi. ABD vd. ülke devletleri her biri kendi sermaye gruplarını kurtarmak için müdahale etmese bunlar batacaktı; belki de dünya ekonomisi çökmenin eşiğine gelecekti. Dönemin İngiltere Maliye Bakanı’nın itirafına bakar mısınız: “Hayatım boyunca dinlediğim devlet müdahalesi, kamu mülkiyeti aptallıktır; serbest piyasanın alternatifi yoktur nutuklarını atanlar, şimdi benden lanet olası bankaları devletleştirmemi istiyorlar” (aktaran Rawnsley, Observer, 16.09.2018)”…

Bizim gibi üçüncü dünya ülkelerinde, sömürgelerde ise “kamulaştırma” yerine hala özelleştirme yürürlükte…

İspanya özel hastaneleri kamulaştırdı, Türkiye bile özel hastaneleri salgın hastanesi ilan etti, Almanya’da yerel-federal hükümetler gerekli durumlarda ecza depolarının ilaçlarına el koymak için karar aldı…

Kuzey Kıbrıs’ta ise salgın hastanesi olarak merkezi hastane ilan edildi…

Sermayeden bu kadar mı korkuyorsunuz?

Bir özel hastaneyi karantina hastanesi ilan edemediniz mi?

Ali Pilli, Lefkoşa Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nin tüm bölümleriyle birlikte karantina hastanesine dönüştürüleceğini açıkladı. Siz kapitalist İspanya krallığından daha çok mu seviyorsunuz sermayeyi?

Salgında tek çare bütün özel hastanelerin kamulaştırılmasıdır; varolan tek kamu hastanesini (yanmış olan hastaneyi!) karantina hastanesine dönüştürmek ise bütün halkın sağlığını ateşe atmaktır…

Bütün dünya salgın karşısında çaresiz kaldığı için özel hastanelere el koyuyor, sizse merkezi hastaneyi karantinaya alarak bütün sistemi mi çökerteceksiniz?

Sermayeden salgından korktuklarından çok korkuyorlar!

Suat Günsel’in iki hastanesinden birine el koysaydınız!

Korkuyor musunuz?

Suat Günsel’in KIB-TEK’e olan 5 milyon 800 binlik borcuna karşılık el koyun hastaneye…

Kendinize devlet diyorsunuz, borcunuzu tahsil edemiyorsunuz, karşılığında hastaneye el koyamıyorsunuz…

Forbes dergisi Suat Günsel’in 2.10 Milyar Doları var diyor. Bu mal varlığıyla Türkiye’nin 6. zenginidir ama fakir Kıbrıs Türk toplumunun Elektrik Kurumu’na olan 5 milyon 800 binlik borcunu ödemiyor; KKTC vergi sıralamasında ise 432. sırada!

Üstüne de mahkemeye başvurarak borcunu kamuoyuna açıklayan EL-SEN Başkanı Kubilay Özkıraç’a dava açtı…

İyiliksever dediğiniz Kıbrıs Türk burjuvazisinden alacağımız var, 1964’den bugüne bize borçludurlar, minnet mi duyalım üstüne, ricacı mı olalım?

Maliye Bakanlığı’nda sendikalara Korona’ya karşı önlem paketi açıklandı… Haberde 3 aylık kesinti deniyor, benim öğrendiğim yılsonuna kadar kesinti; haberde ne kadar kesileceği söylenmiyor, benim öğrendiğim maaşlardan %25 kesinti, hayat pahalılığı ve 13. maaş da iptal…

Büyük burjuvazinin elektrik borcunu tahsil edemeyen, karaborsacılık yapan toptancı-marketlerin fiyatlarına müdahale edemeyen, özel hastaneleri dahi salgında geçici olarak kamunun kullanımına açamayan bir devlet devlet değildir…

Tatar zaten açık açık söyledi: “Banka mevduatlarına el koyulacağını söylemek bile suçtur”… Ama milyonlarca elektrik borcunu ödememek suç değil!

Cratos’un 9 milyonluk borcu silindi. Cratos’un borcu gibi YDÜ de borcu silinsin istiyor. AKSA’nın 10 milyonluk borcu silindi…

Şimdi de iyiliksever burjuvalarımız 3-5 kuruş ve 3-5 otel odası “bahşediyor” diye minnet mi duyalım?

Yıllardır hükümetler lüks otellerin lüks salonlarında çalıştaylar, yuvarlak masa toplantıları, basın toplantıları, resepsiyonlar düzenliyorlar. Yemeli içmeli. Daha geçenlerde sözde “sosyal konut” lansmanı yapıldı lüks bir otelde. Hükümetin 30. Günü, 100. Günü, turizm çalıştayı, ilköğretim çalıştayı, kadın çalıştayı, üniversite çalıştayı diye giden onlarca toplantı yapılan 100 milyonlarca kira ödenen oteller neden “sevabına” salgın karantinası olmadı?

“Sosyal konut” lansmanı yapılan lüks otel, “sosyal kriz” sırasında kapılarını suratınıza mı kapattı?

Sırf son iki hükümetin (Dörtlü ve UBP-HP) lüks otellerde düzenlediği lüks toplantılara ödenen kira parasıyla, Yaşar Ersoy’un seneler önce hazırladığı kültür-sanat kompleksinin inşaatı yapılırdı. Har vurup harman savuruyorsunuz…

Karantinaya otel bulamıyorsunuz, özel hastanelere dokunamıyorsunuz…

Son tahlilde Korona salgını var diye işgal sona ermedi; öyle büyük burjuvazinin mallarına çökme hayali kuran arkadaşlar, işgali aklınızdan hiç çıkarmayın…

Suat Günsel’in hastanesine dokunduğunuz an dipçiği yersiniz…

Lansman, resepsiyon, Tarkan konseri yapılan otellere karantina kuramazsınız!

1964’ten beridir karaborsacılık yapan burjuvazi karşısında nedir bu rica minnet yalvarma hali?

Onların bize çok borcu var, bu yüzden çok korkuyorlar bizim olanı geri almamızdan, askerin dipçiğine bu yüzden sarılıyorlar…

(22 Mart 2020 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author