Boşuna mı yaşandı bunca acı?

Aziz Şah – Sağcılar geçmişle yüzleşmek istemez. Geçmişle övünmeyi sever…

Sol da bu konuda sağdan geri kalmaz!

Sağ geçmişe madalya takar, mücahit maaşı bağlar, kırsal kesim arsası dağıtır; sol ise mitler yaratarak soru sorulmasına izin vermez!

“Demokrasi ve devrim şehidi” dedikleri zaman “anıları yolumuzu aydınlatıyor” denir ve mevzu kapanır.

Sol sağdan hesap sorar ama sol soldan hesap sorduğu zaman cevap hazırdır:

“Ne gerek var şimdi eski defterlerin açılmasına?”

DİSİ Lideri Averof’un konuşma yaptığı salonda duvarda “EOKA” ve “ENOSİS” yazdığı için Rum ve Türk AKEL’ciler DİSİ’yi tefe koyup çaldılar…

AKEL 1941’den 1974’e Enosis mücadelesi verdi.

AKEL DİSİ’ye Enosis’in hesabını sorar ama kendisine sorulduğu zaman “Şimdi bunları konuşmanın zamanı değil” diye kestirip atar…

“Olan oldu, biten bitti!” denir…

1974’ten önceki solun hataları ve ihanetleri ile yüzleşsek ne yazar, yüzleşmesek ne yazar…

Dava kaybedildi…

Bu kadar basit midir?

1941 Nisan’ından 1974 Temmuz’una kadar “saf ve sulandırılmamış Enosis” sloganı ile siyaset yapan ve Kıbrıs’ın bu hale düşmesinden sorumlu olan AKEL’in 33 yıllık Enosis mücadelesinden sonra soracak hiç mi sorunuz yok?

DİSİ Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Enosis sloganı altında görüntü verdiği için tefe koyup çalıyorsunuz da AKEL Kavazoğlu’nun mezarı başında oy isteyince yüreğiniz garışmıyor mu?

Sanıyor musunuz ki, bir yandan 22 Ocak rejimi ile kavga ederken diğer yandan AKEL’e karşı yazılar yazmak kolaydır?

Ne kadar yalnız olduğumuzun göstergesidir!

Çavuşoğlu Lefkoşa’da Kıbrıslı Türklere karşı “Türkiye düşmanları” diye fetva verirken AKEL Genel Sekreteri Kipriyanu Ankara’da Çavuşoğlu’nun evinde misafir oluyor…

Rol mü yapıyor Kipriyanu?

1941’den 1974’e kadar Enosis derken de rol mü yapıyorlardı?

Esas düşündürücü soru şudur:

Bir parti 33 sene yanlış bir güzergâhta yürüdükten sonra 34’ncü senede akıllanır mı?

“Eski defterleri” açmaya gerçekten gerek yok mu?

AKEL’ci Kıbrıslı Türkler de olmasa AKEL’e karşı Türkçe yazı yazmanın zaten bir manası yok. Esas yüzleşmesi gereken AKEL’in uydurduğu efsanelere inanan Rum kitlelerdir…

Geçen Pazar AKEL’in Enosis tarihini 1941’den 1948 yılına kadar yaşanan dönüşümü yazmaya çalıştım, AKEL’in kongre kararlarından bazı parçalar aktararak.

1926 yılında Kıbrıs Komünist Partisi kurulduğunda partinin dört temel ilkesi vardı: İşçi ve köylülerin burjuvaziye karşı sınıf bağımsızlığı, Enosis’e karşı bağımsız Kıbrıs, sömürgeciliğe karşı uzlaşmazlık ve enternasyonalizm…  

Kıbrıs Komünist Partisi ilk iş Enosis’e savaş açtı. Tarafını çok net gösterdi: Yunan bayrağı yaktı…

1926’da kurulan parti 5 sene sonra, 1931 isyanı bahane edilerek İngiliz tarafından kapatıldı. 1941 yılına kadar yer altına çekildi. Nisan 1944 ve Temmuz 1945’te, üçüncü ve dördüncü kongrelerinde AKEL 1974’e kadar izleyeceği yolu belirledi: “Anavatan Yunanistan’la birleşmeyi talep ediyoruz…”

1948 yılında AKEL ve PEO Genel Sekreterleri Yunanistan’a gittiler. Yunanistan Komünist Partisi Genel Sekreteri Zachariadis ile görüştüler: İngiltere’den muhtariyet değil Enosis talep etmeleri talimatını verdi Zachariadis…

Türk ve Rum Kıbrıslı madenciler İngiliz sömürgecilerine, Kilise’ye ve etnik milliyetçiliğe rağmen 1948 yılında Lefke’de omuz omuza mücadele ederken AKEL’in gündemi Enosis mücadelesiydi…

1948 gibi bir sınıf kardeşliğini Enosis’le boğan AKEL’e hiç mi soracak sorunuz yok?

İleriye sıçrayalım…

1960 yılına!

Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş…

Yeni bir siyaset imkânı doğmuş!

Fakat AKEL 1940’ların ve 1950’lerin Enosis çizgisinden Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra da vazgeçemedi…

21 Ağustos 1960’ta AKEL’in gazetesi Haravgi şu manşeti attı:

“ULUSAL ÖZLEMLER HALKIMIZIN BİRLİĞİ VE MÜCADELESİYLE GİDERİLECEKTİR”

Kimsenin uğruna ölmek istemediği bayrak dememişler boşuna Kıbrıs Cumhuriyeti bayrağına: Muzaffer Gürkan, Ayhan Hikmet ve Kavazoğlu dışında kimse Kıbrıs bayrağı uğruna ölmek istemedi…

“Somut durumun somut tahlili”ni yapsaydı AKEL, Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet gibi sevinçle karşılardı Cumhuriyet’i…

Ve onlar gibi haykırırdı: “Kıbrıs Kıbrıslılarındır!”

1948’de Kıbrıslı madenciler omuz omuza mücadele ederken şovenizm bataklığına gömülerek yaptığı hatayı 1960 yılında AKEL bu defa da Kıbrıs Cumhuriyeti karşısında takındığı şovenist tutumla tekrarladı.

Bağımsızlıktan sonra AKEL ilk kongresini Mart 1962’de yaptı…

Parti programında Enosis hedefi “Kıbrıs halkının kendi kaderini tayin etmesi” cümlesi ile yeniden yerini aldı diye yazar Fırtınalı Yıllar kitabında Ahmet An…

1947’de Ateş gazetesinde “Kıbrıs Kıbrıslılara” diyen Kıbrıslı Türk yurtseverler 1961’de Cumhuriyet gazetesinde “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” diyordu ve ısrarla Kıbrıslıların bir arada yaşamasını savunuyordu…

AKEL ise Kıbrıslı Türk yurtseverleri Enosis diyerek yalnızlaştırıyordu…

Bugün “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” sloganının tarihini bilmeden “ırkçı” olduğunu söyleyenler vardır. 1974’ten sonra taşınan yerleşimcileri dışlıyormuş bu söz! Hatta “Türkiye Türklerindir” sözü ile “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” sözünü karşılaştırmaktan geri durmayan hadsizler vardır. “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” sözü ateşin ve ihanetin ortasında silahların gölgesinde her şeye rağmen Kıbrıslıların birliğini savunan yurtseverlerin ağzından çıkmıştır… 

AKEL ise 1941’den 1962’ye Enosis diye ısrar ederek hem “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” diyen Kıbrıslı Türk yurtseverleri TMT terörü karşısında yalnız bıraktı, hem de 1974’ün taşlarını döşedi…

Tarihlere dikkat edin:

AKEL’in bağımsızlıktan sonra yeniden Enosis kararı aldığı ilk kongresi Mart 1962’de gerçekleşti. AKEL’in Enosis politikası ile yalnızlaştırdığı Kıbrıslı Türk yurtseverler Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet ise bir ay sonra 23 Nisan 1962’de öldürüldüler…

Uğruna kimsenin ölmediği Kıbrıs bayrağı için ilk iki kurban verildi…

Tarihte sıçrayalım. 1964 Haziran, Temmuz ve Ağustos’una bakalım:  

Grivas’ın Ada’ya 19 Haziran 1964’te yeniden dönmesi ile Enosis mücadelesi yeni bir evreye girer. Faşistlerle şovenizm yarıştıran AKEL de Makarios’un kuyruğunda maşrabba olarak 1962’den sonra 1964’de bir kez daha Enosis diye haykırır…

Grivas’ın 1964 Haziran’ında dönmesinden sonra Temmuz 1964’de AKEL “sulandırılmış değil, saf Enosis” sloganı ile taksimin taşlarını döşemeye devam eder…

Ağustos 1964’te Mansura-Koççina olaylarından sonra TMT’nin hedefindeki Kavazoğlu şöyle der:

“Bu kanlı vuruşma, Kıbrıs’ın geleceğini belirsiz ve daha karanlık bir hale getirerek nefret doğuruyor. Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasındaki bölünmeyi derinleştiriyor…”

Kavazoğlu’nu hüzne boğan olaylar AKEL Merkez Kurulu’nda olağanüstü oturumda konuşulurken “yoldaş” Hambis Mihailidis şöyle der:

“AKEL, ulusal bağımsızlık mücadelesinde sunduğu yardımdan ötürü büyük kardeş Yunan halkına, Kıbrıs halkının minnettarlık ve teşekkürlerini dile getiriyor. Kıbrıs halkının anavatan halkıyla olan bağları, çocuklarımızın kanlarıyla kutsanmış ortak mücadelenin ve ortak yazgının sarsılmaz bağlarıdır…”

Kötü günlerin habercisi olan etnik bir çatışmayı bir solcunun ballandıra ballandıra kan kardeşliği ile anlatması başlı başına 1941’den beridir süregelen şovenizm sarhoşluğundan başka bir şey değildi…

Olaylar Kavazoğlu’nu geleceğe dair kaygılandırırken AKEL yönetimi boğazına kadar şovenizme batmış, başı dimdik yürüyor ve akıllanmıyordu…

Tarihte bir daha sıçrayalım:

11 Nisan 1965…

Lefkoşa-Larnaka yolu…

Kavazoğlu ve Mişaulis pusuya düşürülerek öldürüldüler…

1941’den beridir Enosis diyerek hem PEO üyesi Türk işçileri hem de AKEL üyelerini TMT’nin hedefi haline getiren, sendikaların Türk-Rum diye ayrılmasına vesile olan AKEL ilk taksimini gerçekleştirir…

Kavazoğlu’nun tabutu üzerine Türk bayrağı serilir…

Mişaulis’in tabutu üzerine Yunan bayrağı…

Kavazoğlu Türk mezarlığına…

Mişaulis Rum mezarlığına…

Üzerlerine bir Kıbrıs bayrağı ya da komünizm bayrağı bile seremeyecek kadar şovenizmin bataklığına gömülmüştür AKEL…

Tarihte bir daha ileri sıçrayalım:

Nisan 2019…

Kavazoğlu’nun mezarı başında AKEL’in Avrupa Parlamentosu seçimleri için oy istediğini gördüğümde yüreğim garıştı…

Hüzünlenemedim bile, saf öfkelendim!

Nasıl zamanında AKEL “saf ve sulandırılmamış Enosis” sloganını partinin ana sloganı haline getirdiyse; Kavazoğlu’nun mezarı başında yapılan seçim propagandası da saf ve sulandırılmamış bir öfkeye neden oldu bende…

Koyun koyuna yatan Rum ve Türk Kıbrıslı iki yoldaşın “ikon” gibi duran fotoğrafının, Lefkoşa-Larnaka yolundaki “pusu efsanesi”nin, sorgulanmayan “eski defterler”in yıllardır ekmeğini yiyen AKEL utanmayı attı, mezar başında Avrupa seçimleri için oy istedi…

İnsan sormadan edemiyor…

Eski defterlerin açılmasını istemiyorsunuz madem söyleyin:

Boşuna mı yaşandı bunca acı?

(21 Nisan 2019 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author