Haramilerin saltanatını yıktığımızda bütün maymuncuklar özgürleşecek

Aziz Şah – Pazar günleri keyfimin kahyası olurum…

Her Pazar kendimi güneşte gezdiririm…

Tarih yazarım, coğrafya kusarım, bataklıkta sinek avlarım…

Bugünkü yazımın konusu, 19 Haziran 1865’te köleliğin ABD’de ortadan kalkmasıydı. Afrika’dan Amerika’ya gemilerle taşınan ve adına Afro-Amerikalı denen yeryüzünün lanetlilerinin Amerikan iç savaşı sonucunda özgürleşmeye başlaması…

Yazmayacağım, başka zamana kalsın…

Hakaretleri okurken yoruldum…

Yüreğim garıştı!

Sosyal medyada Afrika gazetesine karşı kendine ‘solcu’ diyen liberal takımın yürüttüğü linçe hiç girmedim. Tek bir cevap vermedim…

Çünkü sosyal medya entelektüel bir tartışma ortamı değildir, dergi değildir, gazete sayfası değildir. Bugüne kadar sosyal medyada sonuca bağlanmış faydalı tek bir polemik yaşanmadı…

Sosyal medya bir çöplüktür. Hiç çöplüğe gittiniz mi?

Çöplükte leş yiyen kuşların nasıl hareket ettiğini gördünüz mü?

Kalkarlar ve inerler, her beraber…

Çöplük devasadır, gözünüzün aldığına çöp!

Ama onlar bir noktaya yoğunlaşır…

Türkiye aydın polemikleri ile ünlüdür; en ünlülerinden biri Nazım Hikmet-Peyami Safa polemiği mesela. Ya da sonuçları itibarıyla en önemlisi Sabahattin Ali-Nihal Atsız davasıdır… Alman felsefesinin tarihi polemikler tarihidir Schiller’den Frankfurt Okulu’na kadar… Marx’ı Marx yapan Alman felsefesi, İngiliz ekonomi politikçileri ve Fransız siyaseti ile girdiği polemiklerdir…

Kıbrıs’ta polemik yoktur. Dedikodu, çirkef, çamur atmak vardır…

Namık Kemal bile Mağusa’da sürgündeyken bir sivrisineklerden bir de dedikodudan illallah etmişti. Sivrisinek de dedikodu da bataklıklarda olur…

Tek bir polemik yaşadım hayatım boyunca: ABD hibe programı USAİD’den fon alıp Nazım Hikmet anması düzenlemişti “Kıbrıs AB Derneği”…

Kan beynime sıçradı duyunca! Nazım Hikmet’in ABD emperyalizmine karşı yazdığı şiirleri okumak için ABD emperyalizminden fon aldılar…

Bir yazı yazdım zehir zemberek Afrika Pazar’da; cevap verdiler, ABD fonu ile Nazım’ı anmanın haklılığını ispat etmeye çalıştılar; hiç unutmam, Nazım’ın komünistlerin tekelinde olmadığını söylediler. Bir yazı daha yazdım; Vedat Türkali’nin İstanbul şiirinden bir dize ile, “Haramilerin saltanatını yıkacağız” diye bitirmiştim o polemiği. Dedikodu yaptılar sonra…

Bugün gene foncular var karşımızda. Fon aldıkça ilkesizleşen bir güruh…

50 sent alandan 50 bin Euro alana kadar bütün bu fon yağması bu bezirgan saltanatı sürsün diyedir…

AB, ABD, Alman, Norveç, Stelios Vakfı ile TC elçilik ve Kalkınma Ajansı ile çeşitli koordinasyon kurullarının dağıttığı fonların tamamı Kıbrıs’ta sürerdurum sürsün diye, kurulu düzen yıkılmasın diye, bu bezirgan saltanatı sürsün diyedir…

1980’lere kadar devrimciler açları ve işçileri örgütlerdi, kapitalizmi yıkmak için…

Bizim Turgut Uyar boşuna “Çünkü açlık çoğunluktadır” diye yazmadı…

Asalaklar çok azdır!

1980’lerden sonra, neoliberalizm dünya üzerinde tam hakimiyetini kurduktan sonra; sivil toplumcular, devrimciler açları örgütleyip kapitalizmi yıkmasın diye Sivil Toplum Örgütleri adı altında, açlara sadaka dağıtmaya başladı…

Yeri geldi makarna dağıttılar, yeri geldi “insan hakları vaadi”. Yeter ki “sosyal patlamalar” olmasın…

Neoliberalizm ile devlet özelleştirildi ve küçültüldü; “sosyal politika” alanları terk edildi. Bu boşalan alanları Sivil Toplum Örgütleri doldurdu. “Hayırsever” kapitalistler “hayırsever” Sivil Toplum Örgütleri’ni beslediler bunun için…

Sadaka kültürü bizim coğrafyada Osmanlı’da vardı. Sultan halktan zorla topladığı verginin devede kulağını kurdurduğu vakıflar aracılığı ile sadaka olarak geri dağıttı halka; isyan etmesinler diye!

Roma imparatorluğunda da vardı; “Panem et Circus” (Ekmek ve Sirk) denirdi…

Kıbrıs’ta Evkaf’ın yaptığı “iyilik” kampanyaları da bu işe yarar, Elçiliğin dağıttığı fonlar da, emperyalistlerden gelen fonlar da; geçmişte Suudi Arabistan’ın din bezirganlığı için Kıbrıs’a yaptığı yatırımlar da…

Sadaka kültürü bezirgan saltanatı sürsün diyedir…

Bugün karşımıza “iğrenç ırkçı gazete” diye bildiri yayınlayarak dikilenlerle geçen sene de karşı karşıya geldik. AGİT bir proje yaptı Rum ve Türk Kıbrıslı gazetecilerle. 50 bin Euro verdi, üstüne de 50 bin Eurodan ayrı olarak Alman elçiliği verdi…

Projenin amacı “barış sözlüğü” hazırlamaktı! Yani hayatını Kıbrıs’ta barışa adadığını iddia eden 5-6 gazeteci sözlük yazmak için 50.000+ Euro para aldılar. Bu konuyu çok yazdık o günlerde…

50.000+ Euroluk bu sözlüğün temel amacı işgal/istila gibi kavramların ne kadar “itici” olduğunu anlatmaktır. “Ganimet, sahte devlet, işgal demeyin” demek için bir kamyon para aldılar! Avrupa fonu ile sansürün alasıdır bu… 

Bir taraf 50.000+ Euro alıp “Kıbrıs’ta işgal var demeyin” derken, Avrupa-Afrika ailesi 1997’den beridir işgale karşı mücadele etti…

Polemik yapmak için silahların eşitliği ilkesine ihtiyaç vardır. Çirkefin karşısında ilkeli olamazsınız, sizi de kirletir…

50.000+ Euroluk sadaka kültürü ile polemik yapamazsınız…

Polemik kelimesi “polemos”tan gelir, “savaş”tan…

Yunanlı devrimcilerin en sevdiğim sloganlarından biri şöyle biter: Polemos o polemos!   

Almancada da vardır bu slogan, Komünist Enternasyonal belgelerinde de, oradan bilirim: Göze göz, dişe diş, sınıfa karşı sınıf, savaşa karşı savaş, sınıf savaşı da savaştır!

İşte, polemik kelimesi savaş demektir…

Kıbrıs’ta bok at izi kalsın…

Dünyada ise polemik yapılır…

Elimden geldiğince Afrika’yı ve siyah kurtuluş hareketini okurum. Küba devriminin Tricontinental düşüne inanırım. Siyah kurtuluş hareketinden Kıbrıslıların öğrenecek çok şeyi var… 

Sadaka kültürüne biat etmek yerine, kurtuluş için mücadele ederseniz, Afrika bir madendir ve okuldur…

20 Temmuz 1974’ten beridir Türkiye’nin esiri olan, Avrupa ve ABD ile al-ver masalarında rehine olarak tutulan Kıbrıslı Türklerin sesi olan bu gazeteye karşı yürütülen bu kampanyadan yarına hiçbir şey kalmayacak…

Bakıyorum, bizi linç edenler şikayet ediyor: “Anlamadılar bizi!”…

Bizimle diyalog kurmadınız ki sizi anlayalım: Afrikalı öğrenciler “iğrenç ırkçı gazete” diyerek bir bildiri yayınladı, ardından da liberal güruhun linçi!

Derdiniz diyalog olsaydı, farklı hareket ederdiniz!

Bu gazetenin sayfaları herkese açık, gelip yazabilirdiniz. İşgalcinin linç kültürü ile hareket ettiniz…

Bir linçin daha sonuna geldik…

Bizi linç edenler ne öğrendi?

-Hiçbir şey!

Okumadıkları bir gazeteden bir şey öğrenemezler…

-“Ama ben Afrika okumam” diyor bize saldıranların bazıları…

Yüzlerce insanı tenzih ederek söylüyorum, o yüzlerce insan bizim gözlerimizi doldurdu… “Ama ben 22 Ocak gecesi geldiydim” demek yetmez bize hakaret ederken kendinizi haklı çıkmaya!

Siz 22 Ocak’ta ırkçı bir gazeteyi mi korumaya geldiniz?

22 Ocak’ta ırkçı kimdi?

Onu da hiç itiraf etmediniz, korktunuz; Türkiye’nin buraya taşıdığı yerleşiklerin paramiliter örgütlenmesi karşısında sustunuz…

Biz, bizi maymuncuk bahanesiyle linç edenlerden ne öğrendik?

-Troll kültürünü öğrendik…

-AB ve ABD’den fon alan sivil toplum örgütlerinin Afrika gazetesine karşı nasıl birleştiğini öğrendik…

-Irkçılığın tanımını dahi yapmadan ırkçılığa karşı kampanya yürütülebileceğini öğrendik…

-Bilgi ile konuşanlara hakaret ile saldırarak susturmanın ne olduğunu öğrendik…

-Sadece faşistlerin değil liberal takımın da işinin fişlemek olduğunu öğrendik…

Bu linçten ne kalacak yarına?

-Hiçbir şey!

20 sene sonra Afrika gazetesi neden logosunu değişti diye sorduklarında, ortada sizin yazdığınız tek bir ciddi metin olmayacak. (Ha! Afrika’yı linç etmeyi “ırkçılığa karşı AB projesi”ne dönüştürüp birkaç dernek bundan parayı götürürseniz, bilemem!)

Afrika’nın yayın politikası hakkında derli toplu bir fikri olmayanların, “Ama ben Afrika okumam!” diyenlerin kafalarına göre ırkçı yaftasını istediklerinin boynuna asıp, linç ettikleri bir kültürden geriye sadece cam kırıkları kalır…

Cam kırıkları birleşmez…

Ne kadar çok bağırırsa o kadar haklı olduğunu düşünen ama tek bir metin üretmeden “fikir tartışması yapanlar”ın yarına söyleyecekleri hiçbir sözleri yoktur…

Mesele ırkçılık üzerine fikir tartışması olsaydı; bir sistem olarak ırkçılığı Jean Paul Sartre çerçevesinde ya da Franz Boas’un kültürel görelilik/röletavizm çerçevesinde de tartışabilirdik. Veyahut “renk körü ırkçılık” ideolojisi çerçevesinde tartışabilirdik…

Amacınız fikir tartışması olsaydı, çok güzel tartışırdık. Ama amacınız bu gazeteyi linç etmekti. Başardınız…

Siz, Afrika okuru olmadığınız için bilmezsiniz; Afrika gazetesi bu gibi durumlarda “yüreğim garışıyor” der; midem bulandı!

Hepsi bir yana Pakistanlı tarım işçilerinden, Vietnamlı bakıcılara, Afrikalı öğrencilere, her milletten ve kıtadan yabancı işçiye karşı ikiyüzlüsünüz…

1974’te evinden kovulan Rumlara “mülteci” bile demiyorsunuz…

Esas kendi ülkesi esirken, kendi esaretine karşı savaşmayanların, bu esaret düzeninde başkalarının mağduriyeti için ağlaması sahtekârlıktır…

Kıbrıs’ın kuzeyi Türkiye’nin sömürgesi iken, müsteşar, müdür ve meclisteki 50 asalağın yönetimde hiçbir söz hakkı yokken, itfaiye teşkilatı bile Ankara’ya bağlıyken, kuzey Kıbrıs’ta bir sistem olan ırkçılığı siz inkâr ederken, bu memleketteki yabancılara hiçbir faydanız dokunmaz…

Ancak beraber AB’den fon alır, proje yaparsınız…

Afrikalı öğrenciler ölü bulunduğunda, Vietnamlı işçiler maaşını alamadığında, yabancı kadınlar ölü bulunduğunda ve morgta unutulduğunda, Hindistanlı işçiler maaşlarını alamadığı için polise şikayete gidip “oturma izni olmadığı” gerekçesiyle sınır dışı edildiğinde siz orada olmayacaksınız…

O kadar çok yazdık ki bu konuları…

Bana en çok Hindistanlı işçilerin durumu dokunmuştu. Aylarca çalıştılar maaşları ödenmedi, aynı sizin gibi burasını “sosyal bir hukuk devleti” zannettiler, tuttular polisin yolunu. Polis de onları sınır dışı etti…

Polis Ankara’daki Genelkurmay’a bağlı, yasaların göbeği İngiliz sömürgeciliği ve 12 Eylül Cuntası’nın bıçağıyla kesilmiş. Irkçılık kurumlarla çalışır… 

18 Şubat 2020 tarihe geçti bu ülkede…

Kayıt dışı çalıştırılan işçiler isyan edip Polis Genel Müdürlüğü’nün kapısına dayandı. İşçiler biliyor ırkçılığın kaynağını, polisin kapısına dayandılar. Polis de, “burası devlet değil ki şikayet edesiniz” diye kovdu işçileri, bezirgan saltanatı sürsün diye…

Kıbrıslı kendi kurtuluşu için bile mücadele etmeyip “görmedim, bilmiyorum, duymadım” diye üç maymunu oynarken, yabancılar için kılını kıpırdatması beklenemez. Irkçılık falan da değildir bu…

Kıbrıslının kendi kurumlarında hiçbir söz hakkı yokken; bütün kurumlar TC Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı’na bağlanmışken, ne olmasını bekliyorsunuz?

Bu yüzden Kıbrıslıların kendi kaderini tayin hakkı; Kıbrıs Kıbrıslılarındır diyoruz…

Cezayir’de Berberi halkı/sorunu vardı. Cezayir halkı Fransa’ya karşı ulu kurtuluş düşünü gerçekleştirene kadar Berberiler görünmezdi. Çünkü Fransa Cezayirlileri milyonlarla katlediyordu. Ne zaman Fransız zulmünden kurtuldular, o zaman Berberiler görünür oldu…

Sömürgecilik bir sistemdir. Bütün mekanizmalarıyla birlikte hiyerarşi içerisinde çalışır, ırkçılık da sadece bir dişlisidir…

Irkçılık ise sembollerde değil, ezme-ezilme ilişkisinde gizlidir! Sembolün altına bakmak gerekir; biçime değil öze…

Türkiye’nin sömürgesi olan kuzey Kıbrıs’ta, bütün ezme-ezilme ilişkisini inkâr ederek, AB-ABD’den alınan fonlarla yapılan projeler bir avuç insanı asalak yapar sadece, geriye kalanları da işte böyle körleştirir!

1990’dan bu yana AB-ABD fonları ile yaratılan asalak sahte solun eseridir bu durum, gurur duyun!

Conflict Resolution toplantılarında üretilen besleme sahte solun ülkesidir burası…

Afrika gazetesine karşı başarılı bir linç gerçekleşirdiniz…

Taş atmadınız, klavyede harf salladınız…

Fikir üretmediniz, nefret ürettiniz…

1953 yılında ABD Dışişleri Bakanı John Foster Dulles, ABD’nin en ucuz askeri Türkiye’den sağladığını, bir Türk askerinin Amerika’ya maliyetinin ayda 23 sent olduğunu söyleyince Nâzım bir şiir yazmıştı “23 sentlik asker” diye…

Siz kaç sente geliyorsunuz?

General!

Çok yazdım sana bilirsin…

Bu hümanizm kılıfına saklanan besleme liberaller, savaş zamanı susan barışseverler, AB fonlarından beslenen sözde bağımsız alternatif medya, mülteciler denizde boğulurken onların yolunu kesmek için FRONTEX gemilerini gönderen AB’den fon alan mülteci hakları dernekleri varken, sizin tanka topa tüfeğe ihtiyacınız yoktur…

Generalim!

Liberal Özel Kuvvetleriniz çok güçlü, bir maymuncuğu mat ettiler!

50 sent alandan 50.000+ Euro alana kadar, topu halkla ilişkiler memurudur…

50 sentten 50.000+ Euro’ya alınan her kuruş ideolojik bağımlılıktır, besleme ve sadaka kültürüdür…

(21 Haziran 2020 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author