Düşünen maymuncuğu beğenmediler, bakalım eşeğin çiftesini beğenecekler mi?

Aziz Şah – Bu memlekette kuralı İngiliz koydu…

İsyan çıkacak korkusuyla çıktı adaya…

Katırların sırtına yükledi şilinleri…

Katırlar önden, ahali ardından…

Bugünkü besleme ve sadaka kültürü eskinin ayak izinden gider…

İngiliz’den önce Osmanlı da yardım vakıfları aracılığıyla halktan zorla topladığı vergilerden sadaka dağıttı…

TC de, AB de, ABD de aynı yoldan yürüdü…

İşin aslı, bu bütün dünyada böyle oldu hep, isyanlara karşı besleme ve sadaka kültürü bütün coğrafyalarda silah olarak kullanıldı…

Hintli yazar Arundhati Roy Sivil Toplum Örgütleri’nin “düdüklü tencerenin düdüğü gibi çalışarak siyasi öfkenin yönünü saptırıp, onu arındırarak ortamın daha fazla ısınmasını önlediklerini” anlatır…

İnatla neo-liberal yeni dünya düzenine direnenlere “eski kafalı” diyenler, yeni düzenin gaz kaçıran düdüğüdür sadece…

-Yok “zaman değişti, yok çağı anlamıyorsunuz, yeni zamanlarda yeni şeyler söylemek lazım”…

-Yok “zamanın değişimine direnen ‘testosteronlu ve egoist eski kuşaklar’ gençlerin çağrılarına kulak tıkıyor”muş…

-Değişimin önünde duramazmış ihtiyar entelektüeller…

-Yeni bir entelektüel kuşak geliyormuş, testosteronlular gidiyormuş…

-Yeni dünyanın doğuşunun sancılarıymış!

Öyle afili lafların arasına öyle hakaretler iliştirdiler ki…

Zamanın ruhu falan değişmedi…

Zamanın ruhu falan da yoktur…

Tarihin yasaları vardır…

Kapitalizmin hareket yasaları vardır…

Ruh çağıracak olan büyücülere gitsin!

Ne aksi tesadüf ki Afrika gazetesine saldıran “aktivistler” AB’nin “sivil büyü” projesinde yan yana geldiler…

Neo-liberalizmin kimlik politikasının bayraktarlığını yapan Sivil Toplum Örgütleri Kıbrıs’ta ciddi anlamda şirketleşti. Birilerinin mideden fonlara bağlandığı bir yerde “aktivistlik”ten falan bahsedemezsiniz…

İş zıvanadan çıktı artık…

Dernekçilik başka bir şeydir, sivil toplum profesyoneli olmak başka bir şey…

1980’lerden beridir yoğun bir şekilde propagandası yapılan liberal sivil toplumculuk, 1990’larda ve 2000’lerde birkaç kez ciddi atılım dönemleri yaşadı…

1878’de İngiliz sömürgecileri adaya çıktığında şilin çuvalları yüklenmiş katırların arkasında yürüyen ahaliye, günümüzde “Sivil Toplum Örgütü” denir…

Başından not düşeyim: Türkiye’de “Sivil Toplum Kuruluşu” olarak ifade edilir, Kıbrıs’ta “Sivil Toplum Örgütü”, ikisi aynı şeydir. Türkiye’de daha çok “projecilik” tabiri kullanılır, Kıbrıs’ta ise “fonculuk”, gene ikisi aynı şeydir. Kimsenin kafası okurken karışmasın…

1878 ile 2000’lerin milenyum ideolojisi arasında ciddi bir fark var, değişim var:

1878’de katırların sırtına yüklenen şilinleri günümüzde dağıtılan emperyalist-sömürgeci fonlar ile kıyasladığımızda, katırların sırtındaki şilin çuvalları “masum” kalır…

Bugün fon dağıtım ağları küresel ölçekte ciddi bir hiyerarşiye sahiptir. Merkezden çevreye dağılan, ajansların/şirketlerin/aracıların olduğu bir ağ sistemi var. “Fon” denilen şey büyük bir sistemin parçasıdır…

Fonculuğu eleştirenler gırgırına hep şöyle der;

-Biz da bulamadık yolunu, bir proje yapıp parayı kıralım!

Deneyin bir, avucunuzu yalarsınız! Dosyanızı hazırlayın, başvurun…

Sisteme dahil değilseniz, içerdekiler ile organik bir bağ kurmamışsanız, fon ister AB fonu, ister Stelios fonu, ister USAİD, ister TC Yardım Heyeti veya TİKA, ister Alman vakıflarının dağıttığı fonlardan olsun; sisteme dahil değilseniz, projeniz ne kadar iyi olursa olsun sent/kuruş koklatmazlar size. Merkeze kendinizi ispat ettikten sonra çok saçma projelere çok güzel paralar alırsınız…

Fonu kimin dağıttığının önemi yok: Her sene açıklanan listelere bakın, hemen hemen aynı isimler, aynı sivil toplum örgütleri proje yapar…

Bakın mesela, üçüncü dünyada emperyalist fon sisteminin çalışma yapısını Gecekondu Gezegeni kitabında Mike Davis nasıl anlatıyor:

“Dünya Bankası, İngiliz Uluslararası Kalkınma Departmanı, Ford Vakfı veya Friedrich Ebert Vakfı gibi borç veren-bağışçı uluslararası kurumlar da aynı şekilde önemli bir Sivil Toplum Kuruluşu (STK) üzerinden çalışır; o STK daha sonra yerel bir STK’ya veya yerli alıcıya ekspertiz sağlar. Bu katmanlı koordinasyon ve fon sistemi genellikle ‘yetkilendirme’, ‘sinerji’ ve ‘katılımcı yönetim’de gelinen son nokta olarak tasvir edilir”…    

Bugüne kadar “foncular”, “liberal kimlik politikası yapanlar”, “sivil toplumcular” deyip geçiyorduk.

1989 sonrasının siyasi ikliminin ürünleri deyip geçiyorduk…

Akdeniz’in üstü mülteci cesetleri ile örtüldüğünde, kıyılara cesetler vurduğunda, Avrupa Birliği Afrika ülkelerinde çeşitli diktatörlerle anlaşmalar imzalayıp toplama kampları oluşturduğunda, Balkan koridorunda sıkışıp kalan mülteciler eksi 20 derecede donarken, Libya’da mülteci kampları bombalandığında bu satırların yazarı, fazlasıyla öfkelenip Kıbrıs’ta “mülteci borsası”nda, “hümanizm piyasası”nda, “insan hakları açık pazarı”nda AB projelerinden “mülteci hakları”için fon alan dernekleri eleştiren yazılar yazdı…

Evet, yazdım!

Bugüne kadar ara sıra yazdım…

Çünkü restoranlara “çöpe dökülecek yemekleri mültecilere verirseniz, insan olursunuz” diyenler, gazetecilere “mülteci haberleri nasıl yazılır?” diye beş yıldızlı otelde yemekli toplantı düzenledi, fon aldı…  

Çünkü “mülteci hakları için farkındalığı artırmak amacıyla” eylem çağrısı yaptılar; gittik baktık, pankartın üzerinde “Bu proje AB tarafından finanse edilmiştir” yazıyordu; saçımı başımı yoldum o gün! AB projesi olarak eylem düzenlemeyi akıl ettiler, fon aldılar…

Hiç unutmam, iki ya da üç kış önce… Lefkoşa’da Sibirya soğuğu var! Balkanlar eksi 20 derece… Mülteci hakları film festivali düzenlediler AB’den para alıp. Haber ajansları Balkanlardan fotoğraf geçiyor, karların içinde ekmek kuyrukları… Bir varili su ile doldurmuşlar, etrafına odunlarla ateş yakmışlar, cehennem kazanı gibi bir suyun içinde yıkanmaya çalışıyorlar. Lefkoşa’da Arabahmet’te ise sıfır jetgaz sobalarla içkili yemekli film festivali düzenliyor AB emperyalizminin halkla ilişkiler memurları, fon alıyorlar…

Evet, yazdım bunları!

Yazmadıklarımı yazsam destan olurdu…

Afrika gazetesine logosundaki maymuncuktan dolayı saldıranlar AB fonlarına mideden bağımlı halkla ilişkiler memurlarıydılar…

Afrika’nın logosu ve ismi değişti, yeniden Avrupa oldu…

Ama bu saatten sonra, “memleket küçük, yüz yüze bakarık” diyerek ne kadar görmezden geldiğim rezalet varsa, yazacağım…

Edilen hakaretler ve bize karşı kullanılan üslup, bu saatten sonra şirketleşen sivil toplum örgütlerini görmezden gelemeyeceğimizi gösteriyor…

Eğer siz, petrol ve doğalgaz şirketlerinden alınan bağışlarla Lefkoşa’da arabölgede gerçekleştirilen “Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervleri” temalı toplantılarda konuşan işbirlikçi aydınları deşifre etmezseniz, onlar da gelir gazetenizi linç eder…

Tepeden ahkam keser…

19-20 yaşımda Afrika gazetesinin Pazar ekinde yazmaya başladım…

O yaşlarda kafaya takıp yazdığım meselelerin en başında Sivil Toplum’culuk, AB’ci sol, “sömürge aydını”, “sömürge şairleri”, fonculuk gelirdi…

Geldim 33 yaşıma, çizgim ve kafaya taktığım meseleler değişmedi, gelişti ve çoğaldı, ayrıntıdaki detayları gördüm…

Daha da göreceğimiz günler var, detay var, detaydaki şeytan var…

19-20 yaşımda AB-ABD’nin fonlandığı sömürge aydınlarını yazdığımda nasıl düşmanlar edindimse, hiçbir şey değişmedi bugün de ve yarın da değişmeyecek…

19-20 yaşımda gözüme batan foncular “eski solcu kuşak”tı. Berlin duvarı yıkılınca Brüksel ve Washington’u kıble bilenlerdi…

33’ümde gözüme batan foncular, eski kuşaklardan farklı olarak, bu işi tamamen meslek edinenlerdir…

1990’lardaki ve 2000’lerin başındaki aşamada değil sivil toplum piyasası artık…

1990’larda ve 2000’lerin başında “ek gelir” olarak bakıyorlardı fon-proje işlerine…

Bugün ise şirket ve meslek olarak bakıyorlar!

Sivil Toplum Örgütleri’ni şirketleştirip, aktivizm meslek olunca, siyaset işte böyle bataklık olur…

“O yüzden siyasetin anlamını yeniden tanımlamamızda büyük fayda var. Sivil toplum inisiyatiflerinin ‘hükümet dışı kuruluşlara dönüşme eğilimi’ ne yazık ki bizi tamamen aksi bir istikamete götürmekte. Bu yol bizi depolitize ediyor. Bizi yardımlara ve sadakalara muhtaç durumda bırakıyor. Oysa bizim sivil itaatsizliğin anlamını yeniden tasavvur etmemiz gerekiyor” diye yazmıştı Arundhati Roy, Hintli edebiyatçı ve insanlık savaşçısı…

-“İşin acıklı tarafı, bir noktada her şeyin işe dönüşmesi; sonunda her şey gelip çatıyor, bir STK’ya meslek icra etmeye dönüşüyor. Sonu olmayan bu süreçte, arada duranlar, güya aracılık yapanlar çoğalıyor her geçen gün”…

Bakın ne diyor Arundhati ablam;

-“Bütün o STK yapmacıklığının, hepimiz şirin olalım nidalarının aksine, gerçek çatışmalar kaybedilebilirler ama en azından gerçekler”…

Anlatıyor:

-“Olan şu, bütün bu şirketleşme projesi muhalefete de kaynak sağlıyor ve böylelikle yönetiyor muhalefeti. Bir şeyi fonladığınızda onu bağımlı hale getirirsiniz. Kolaylıkla kontrol edilebilir hale gelir… Birini fonlamak onu öldürmekten çok daha akıllıcadır. Böylelikle bütün potansiyel sorun çıkarıcı kişi ve kesimleri satın almış olursunuz” (Çekirgeleri Dinlemek, Arundhati Roy, Agora yayınları)…

Bakın ne diyor, kendi memleketi özelinde:

-“Hindistan’daki büyük şirketlerin sanatçıları, yazarları, aktivistleri fonlayan bağlantıları vardır. Büyük maden fabrikaları üniversite kurarlar, bütün bir dağı delerken çevrecilere fon yaratırlar”…

Bizim memlekette de doğalgaz şirketleri “doğalgaz barışı” konferansları finanse eder, hatta o kadar utanmazca yapılır ki, şirket CEO’su gelir konuşma yapar, ENİ’nin CEO’su ile Kıbrıslı sömürge aydını yan yana oturur… 

2000’lerin başında şiir gecesi düzenlemek için AB ve ABD’den fon alan şairler gördük bu memlekette…

2010’lu yıllarda “mülteci hakları yürüyüşü” yapmak için fon alan aktivistleri gördük…

Ne şiirin ne eylemin bir hükmü kaldı fonların yarattığı besleme ve sadaka kültürü yüzünden…

İşte bu foncular, hiç okumadıkları bu gazeteye öyle bir saldırdılar ki, bu memleketteki misyonlarını açık ettiler, uzlaşmaz muhalefet istemiyorlar. Hakaretleriyle ezmeye kalktılar…

Bundan 2-3 sene önce Alman emperyalizminin en gerici düşünce kuruluşu olan Konrad Adenauer Vakfı’nın Kıbrıs’ta yürüttüğü faaliyetleri de yazdım; doğalgaz şirketlerinin finanse ettiği konferanslara değindim; Alman devrimcileri Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’in katili Friedrich Ebert’in vakfının Kıbrıs’taki faaliyetlerini yazdım ara ara… AB fonlarını ve ABD/USAİD fonlarını aklıma estikçe yazdım… Epeydir yazmıyordum bu konuları, yazalım bundan sonra, liberaller boş bırakmaya gelmiyormuş, şirketleşmiş sivil toplum örgütleri ve mideden fon bağımlıları Kıbrıs’ın tam bağımsızlığı fikrinde ısrarcı olanlardan hiç haz etmiyormuş, öğrendik…  

Düşünen maymuncuğu beğenmediler, bakalım eşeğin çiftesini beğenecekler mi?

(28 Haziran 2020 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author