Mezar taşımızda yazanlar

Aziz Şah – Aynı şeyleri çok yazdık, daha çok yazmaya da devam edeceğiz…

Mezar taşına yazar gibi yazmaya devam edeceğiz, bize düşen de bu oldu bu ruhu çekilmişler mezbahasında…

Toplumsal korkaklığın, mıymıntılığın, homurdanmanın, miskinliğin, sinikliğin karşısında bize düşen de bu…

Senelerce topluma “Türkiye olmazsa Rum seni hap gibi yutar, sinek gibi avlar” diyen Denktaş ve oğullarının başarısıdır bu…

Hiçlik!

Ahali kendini sinek ve hap zannediyor…

En keskin muhalifin “karar anı” geldiğinde bir paracetemol kadar hükmü yok!

Astığı astık kestiği kestik sendikacılar rafa kalktı, büyük laflar yutuldu, Ankara’nın sendikalara karşı başlattığı saldırı görmezden gelindi…

Parti askerleri “Dur bakalım hoca ne deycek?” diye mensubu olduğu tarikatın kapısında bekliyor…

Ankara’nın içimizdeki bindirilmiş kıtaları olan illegal yerleşik nüfusa “emekçi göçmenler” diyenler ise “KKTC demokrasisi” analizi yapıyor daha…

Biz de işte bu mezar taşını yazıyoruz…

Bu hiçliği!

Bu hiçliğin birinci nedeni senelerdir sürdürülen sistematik sömürgecilik. Kurumları ve üretim olanakları imha edilen toplum bir hiç olduğuna ikna oldu…

Denktaş ve oğullarında vücut bulan, Mehmet Ali Talat’la birlikte CTP’nin devraldığı “Türkiye’siz bir hiçiz” siyaseti…

Bu hiçliğin ikinci nedeni ise örgütsüzlüktür!

Diyeceksiniz ki örgütten çok ne var bu toplumda?

Kendi adıma sorayım: Bir devrimci Marksist olarak senelerdir neden eleştiririm sendika bürokrasisini? Sendikalarda yaratılan kemikleşmiş anti-demokratik yapıyı neden eleştirdim bunca zaman? Neden Kıbrıs sorunu temelli “bildiri sendikacılığı”nı eleştirip durdum? Neden eleştirdiğim sendika bürokrasisine rağmen “sendika düşmanlığı”na karşı çıktım ve sendikaları herşeye rağmen savundum? Neden demokratik, üyelerin denetlediği ve yönettiği, sınıf sendikası der sosyalistler?

İşte bugün için savundum bunları: Hayat memat meselesi olan kritik “karar anı” geldiğinde “birleşik cephe” kuracak sendikalar varolsun diye…

İfade özgürlüğü ve sendika madalyonun iyi yüzüdür. Bu ikisini “ama” ve “fakat” diyerek savunamayanlar hiçbir şeyi savunamaz!

Özgür bir topluma zıplayarak varamazsınız. Araçlara ihtiyacınız vardır. Bunlar da en başta sendikalardır…

İşte böyle anti-demokratik, bürokratik ve taşlaşmış sendika yönetimleri faşist saldırı olduğu vakit kilitlenir kalır! Tabanla bağı yok, tabanın sendika yönetiminde söz hakkı yok, bürokrasinin yapılan eleştirilere tahammülü yok; “karar anı” geldiğinde de taş kesmiş sendika kımıldayamaz!

Bu saydıklarım bir günde olmadı: 30 senenin ürünüdür!

Bir sendikada bile kuramadığınız demokrasiyi ülkede kurabileceğinizi mi zannediyordunuz?

Bu kadar basit işte: Faşistler saldırdığında bir mevziimiz olsun diye savundum bunca zaman sendikaları. Şimdi onlar kendilerini savunmaktan aciz…

İlk düğme yanlış iliklenince her gömlek deligömleği olur, eliniz kolunuz bağlanır…

Bu toplumun “hiçliği”nin nedeni olan örgütsüzlüğün ikinci ayağı ise 1990’dan beridir AB ve ABD’den dağıtılan milyonlarca dolar ve euro ile yaratılan besleme-asalak Sivil Toplum Örgütleri’dir.

Toplumun asalak kesimlerinin “yolunu bulması”nı sağlayan bu foncu STÖ piyasası gerçek örgütlülüğü ortadan kaldırdı. Örgütlülüğün “insan hammaddesi”ni yok etti…

AB-ABD fonları ile liberal ideoloji kanseri vücudu esir aldı!

Topluma karşı TC-AB-ABD sömürgeciliğinin farklı kollardan sürdürdüğü faaliyetlerle “hiç” olduğu öğretildi.

Toplum örgütsüz, “silahsız” bırakıldı!

Bütün mesele bundan ibaret. Mezar taşında bunlar yazıyor…

Dirilmek isteyen önce bunlarla hesaplaşsın!

(7 Kasım 2020 tarihli Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author