20 sene önce Temmuz’da “General Urfa’ya” diyerek yakılan ateş…

Aziz Şah – 20 sene önceki dünyaya ve bugünkü dünyaya bakıyorum…

Misal 20 sene önce Arjantin’de gerçekleşen, az kalsın iktidarı ele geçirecek ayaklanmaya ve bugün kıran kırana verilen mücadeleye bakıyorum…

“Argentinazo” demişlerdi bu ayaklanmanın adına, “Golazo” çok güzel gollere denir, ayaklanmaya Maradona’nın ayakları verdi ismini…

Misal 20 sene önce Mısır’da askeri diktatörlük vardı; o şartlarda mücadele edenler de vardı, ilmek ilmek örüyorlardı mücadeleyi… 2011’de yıktılar diktatörlüğü, başka bir diktatörlüğün kurulmasını engelleyemediler ama…

20 sene önceye ve bugüne bakıyorum, askeri bir diktatörlüğü bile yıkabileceklerini öğrendiler, hatalarından da ders çıkardılar. Mesela liberallere ve İslamcılara güvenemeyeceklerini öğrendiler…

Misal 20 sene önce ABD’den özgürlük bekleyen ve bugün ABD’ye karşı direnen Irak’a bakıyorum. 20 sene önce Bağdat’ta kutlamalarla karşılanan ABD’nin Bağdat’ta elçiliği vuruluyor bugün sık sık. 20 senede öğrendiler ABD’nin dost olmadığını…

Misal 20 sene önce savaştan yeni çıkmış Balkanları hatırlıyorum, kan ve barut kokusu…

20 sene sonra bugün savaşın yaralarını sarıp yeni yollar arayan Balkan sosyalistlerine bakıyorum, milliyetçi kinin yerini sınıf kini almış. Bir slogan öğretti Balkan savaşının çocukları bütün dünyaya: “Halklar arasında savaşa, sınıflar arasında barışa hayır”, 20 senenin dersi bu…

Bakıyorum işte 20 sene önceye ve 20 sene sonraya…

Bu 20 senede yaşadıklarından hiçbir şey öğrenmemiş tek bir ahali var dünyada: Kıbrıs Türk toplumu…

20 sene önce yapılan Temmuz mitingine bakıyorum, 20 sene sonra o mitingi dahi yapmaktan aciz, korkak, sinik vaziyete bakıyorum…

20 sene önce “General Urfa’ya” ve “General çizmeyi aştı!” diyenlerin eylemlerde kitleyi Elçiliğin önünden geçirmemek için yürüyüş güzergahı dolandırıcılığı yapmasına bakıyorum…

İlla elçiliğin önünden geçmeyeceksek Süveyş’ten aşağıya inelim, Hint ve Çin denizlerini geçelim, Vladivostok’a varalım, ne dersiniz?

20 sene önce “General Urfa’ya!” ve “General çizmeyi aştı!” diyenlerin 20 sene sonra “Aman Ankara’ya ve askere karşı slogan atılmasın” korkusuna bakıyorum…

Arjantinliler 20 sene önce gerçekleştirdikleri ayaklanmadan dersler çıkardılar, bugün 20 sene öncenin “başarısız ayaklanma dersleri” ile yürüyorlar…

20 sene öncenin hataları üstüne onlarca kitap yüzlerce makale yazdılar. Hesaplaştılar…

Sorması ayıptır: 20 senenin hatalarını ve ihanetlerini bu elinizde tuttuğunuz gazete dışında kim yazdı, kim hatalar ve ihanetler ile yüzleşmeye çağırdı…

Biz yüzleşme çağrısı yaptıkça Annan’ın heykelini yapıp tapınmadığı kaldı “sol”un…

20 sene önceki dünyaya ve bugüne bakıyorum…

Kıbrıslı Türkler ise 20 sene önce yaktıkları ateşten bugün korkuyorlar…

Bütün dünyada Ataol Behramoğlu’nun dizesi yankılanır: Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var…

“Yaşadıklarımdan öğrenmemek için direniyorum” dizesi hüküm sürer bizim memlekette…

22 Ocak 2018 saldırısından sonra yağmur altında yapılan 26 Ocak yürüyüşü hüsranla sonuçlandı.

O günden sonra bir daha öyle bir yürüyüş yapılamadı…

26 Ocak yürüyüşü ile hesaplaşmadan bir daha yürüyemeyecek bu toplum haberiniz olsun…

22 Ocak saldırısından sonra 26 Ocak’ta Afrika ile dayanışmak için gelen kalabalığı neden Süveyş kanalından geçirip Çin’e yürüttünüz?

Neden yürüyüş güzergahı gazetenin önünden değil de arka mahalleden dolandı?

İşte bu basit soruya bile cevap veremeyen sendika bürokrasisi o gün kendi mezarını kazdı…

26 Ocak 2018’den ders almayanlar 6 Eylül 2018’de bir “hayat pahalılığı” mitingi yapmaya kalkıştı. Gene elçiliğin ve bizim gazetenin önünden geçmeden arkadan dolandı güzergah: Olur da Ankara’ya karşı laf edilmesin…

22 Ocak faşist saldırısına karşı 26 Ocak yürüyüşünü “halkın gazını almak” için gerçekleştiren sendikacılar 6 Eylül hayat pahalılığı mitinginde ortada kalınca bir daha meydana çıkamadılar.

Bir yazı yazıp o eylemi “Sendikal Platform’un cenaze töreni” olarak niteledim.

Einstein’a mal edilen bir söz vardır, o mu söyledi, başkası mı bilinmez…

“Delilik aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir”…

Bir de bizim Arif Hasan Tahsin’in bir sözü vardır:

-Aynı yolu yürüyenler farklı yerlere varamazlar…

Aynı hatalarla farklı sonuçlar elde edemezsiniz. Durup durup pusulayı baştan icat etmeye, Amerika’yı baştan keşfetmeye, elmanın kafanıza düşmesini bekleyip yerçekimini bulmaya gerek yoktur…

Tarih, teori, kitap bunun için vardır!

Dünya halklarının tarihi bu işe yarar: Birbirinden öğrenmeye!

Dünya ayağa kalkmış senelerdir: Şili’den Lübnan’a Fransa’dan Slovakya’ya o kadar çok mücadeleye tanık olduk ki…

Şili’den Lübnan’a slogan aynı: Killon yani killon, hepsi gitsin…

Lübnan’da 2019 Ekim’inde başlayan eylemlerde ve 2018’de Ürdün’de bir ayaklanma ile Haziran’da hükümeti bir haftada yıkan Kral’ı Suudi Arabistan’a kaçıran halkın attığı sloganlar 2011-13 dönemi Yunanistan ve İspanya’da atılan sloganlardı. Halklar birbirinden öğreniyor, Kıbrıslılar hariç…

Dünyanın bütün eylemlerinde “hepsi gitsin” deniyor, Kıbrıs’ın kuzeyinde ise “herkesi nasıl kucaklarız” telaşı…

Kucaklaşma değil ayrışma zamanıdır…

Kucaklaşma değil kutuplaşma zamanıdır…

Kucaklaşma değil cepheleşme zamanıdır…

Siyahla beyazı bir edip gri yapamazsınız!

Halklar dünyada birbirinden öğreniyor, sloganlarını, şarkılarını, şiirlerini birbirlerinden devralıyor…

Kıbrıslı Türkler ise kendilerini kapattılar mandıraya!

Bunun için Marx’ın bir sözü vardır: “Anlatılan senin hikâyendir” der İngiliz işçi sınıfının tarihini anlatırken Alman işçilere…

Bırakın dünya halklarından öğrenmeyi Kıbrıslı Türkler kendi tarihinden bile öğrenmemek için direniyor…

20 senedir yaşadıklarımızdan öğrendiğimiz bir şey var mı?

Ankara kafamıza vura vura ders veriyor, bunu bile anlamamak için direnç gösteriyor Kıbrıslı. Dersten kaçmakta ısrarcı mısınız?

Siz alttan alınca Ankara vurmayacak mı?

Alttan aldığınız için daha sert vuracak!

2010 yılındaki “besleme” krizinden sonra Toplumsal Varoluş Mitingleri yapılınca 2018’e kadar Ankara alttan aldı…

Şimdi Kıbrıslı Türkler alttan alınca üste çıktı!

Kendi yaktığı ateşi söndürmeye çalışan tek ahaliye tanıklık yapıyoruz…

20 sene önce “General Urfa’ya” ve “General çizmeyi aştı!” diyerek yaktığınız ateşi dağıtmaya çalışıyorsunuz, toparlamak yerine…

Tarihi kendinizle başlatmayın! Sizden önce yapılmış hataları tekrar tekrar yapmakta ısrarcıysanız amacınız zaten bir yere varmak olamaz.

Gecenin bir yarısı haber düştü…

“Demokrasi ve İrade Platformu” kurulmuş, yürüyüş çağrısı yapılmış. Citroen Işıkları’ndan yürünecekmiş…

“Herkes için demokrasi!”

Müdahale, irade, demokrasi kelimeleriyle esas söylenmesi gerekenlerden kaçınan bir çağrı; çünkü herkesi kucaklayacak, ama o herkes gelmeyecek, sadece alttan alıyorsunuz bilinçli bir şekilde…

“-Mış” diyorum. Platform kurulmuş…

Çünkü bu işler sosyal medya üzerinden olmaz. “Facebook sayfası” ile “siyasal bir cephe” oluşturmak farklı şeylerdir.

Sosyal medya platformu ile bir toplumun kaderini belirleyecek bir zamanda siyasal platform kurmak farklı şeylerdir. Sapla samanı karıştırmamak lazım…

Platform kurulacaksa kamuya açık çağrı yapılır önce; “şu gün şu saatte KTÖS’ün salonunda buluşuyoruz” denir…

Demokratik bir şekilde tartışılır hele ki adı “demokrasi platformu”ysa…

Temel ilkeler belirlenir ve manifesto yazılır. Bunlar hep katılımcı demokrasi ile olur. Temsilciler ve sözcü seçilir. Platforma katılacak sendikalar, dernekler, partiler, örgütler, çevreler gelir katılır…

Planlama, planlama, planlama yapılır!

Planlama…

Planlama o kadar önemli bir kelimedir ki!

“Ben yaptım oldu” olmaz…

Sosyal medya icat oldu herşey bozuldu. Platform kuruyorum, tamam, bitti…

2 sene önce ölümünü ilan ettiğim Sendikal Platform neden öldü demiştim?

Önce sendikaların içinde, sonra platformun içinde demokrasi olmadığı için! Parti ajanı gibi sendika bürokratlarının partilerdeki abilerinin baskısı ile platformu domine ettiği için…

“Aman Ankara’yı kızdırmayalım” diyen partilerin sendikalarda gizli el olarak ipleri elinde tuttuğu için: En başta bürokrasinin olduğu yerde demokrasi olmadığı için…

23 Ekim’de “Sendikalara açık çağrı” yazısını bu yüzden yazdım. Şöyle dedim:

“Sendikalarımıza çağrımdır…

Bütün sendikalara “Ankara’nın öküz gibi üzerimize çökmesine karşı kim şimdi mücadeleye var?” diye sokağa çıkmak için sorun…

-Kim toplumun üzerindeki ölü toprağını atmaya var, kim yok?

Kim “Ben yokum” derse, onu da açıklayın.

Herkes safını seçsin!”

Neden açık çağrı yapılmasını istedim?

Ak koyun kara koyun ortaya çıksın diye.

Açık çağrıya ya cevap verirler ya vermezler, açığa düşerler…

Açık çağrı ile açık platform kurulması için girişim başlatılsaydı görecektiniz Ankara’nın esas adamlarını. Şimdi onlar da kabuklarında huzurlu…

Bırakın 20 sene öncenin derslerini, 2 sene önce 26 Ocak 2018 yürüyüşünün bile dersi alınmadı belli ki…

Demokratik bir açık çağrı yapmadan platform kurup eylem çağrısı yapanların “iyi niyeti”ne şüphem yok, ama cehenneme giden yol iyi niyet taşları ile döşenmiştir denir…

Bugüne kadar Citroen Işıkları’nda toplanıp yapılan yürüyüşün bir yere vardığını görmedik…

Umarım her eleştiriyi küfür sayanlar bu yazıyı da küfür saymaz. Sendika bürokratları eleştirilerimizi hep küfür saydı, şimdi meydana çıkamıyorlar…

Şu soruya cevap arayın sadece:

20 senede 80 bin kişilik mitingler nasıl 800 kişiye kadar indi?

20 senedir yapıldığı gibi insanlara kariyer yolunda binilecek eşek ve aptal koyun muamelesi yapmayın ki hayalkırıklığı iktidarını sürdüremesin…

9 Eylül 2018 tarihli “Sendikal Platform’un cenaze töreni” yazısında şöyle demişim:

26 Ocak’taki yürüyüşten 6 Eylül’e sürüne sürüne geldik. 26 Ocak’ta kum atsan yere düşmezdi, 6 Eylül’de altımızdaki kum kaydı…

“On binler verdi sekiz binini…

Yenildiler.

Yenenler, yenilenlerin

dikişsiz, ak gömleğinde sildiler

kılıçlarının kanını“ der Nâzım.

Biz de verdik 80.000’leri, 80.000’den 80 kişiye düştük…

Mesele eylemlerde sayı meselesi değildir. 3 kişi yürümezse, 300 kişi yürümez, 300 kişi yürümezse 3000 kişi asla yürüyemez… Mesele sloganların, taleplerin, eylem tarihinin, eylem organizasyonunun nasıl yapıldığıyla ilgilidir. En önemlisi de sloganlar. Siz 26 Ocak’ta Elçilik’le anlaşıp slogan yasağı koyarsanız, 6 Eylül’de slogan atacak kimseyi bulamazsınız…

(…)

Sayılar ne zaman önem arz eder? Toplumun potansiyelini bildiğiniz zaman! Sendika bürokrasisinin 20 senedir sürdürdüğü politikalarla 80.000’den 80 kişiye düştü eylemlere katılım. 80’i baştan 80.000 yapmak sanıldığı kadar kolay olmayacak…

(8 Kasım 2020 tarihli Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author