Gypsos (Akova) tecavüzleri

Şener Levent – Karpaz’a uzanan köylerden bir köy…

İşgalden önceki adı Gypsos…

İşgalden sonra Akova…

Geçer gidersiniz oralardan…

Bilmezsiniz ama…

Neler yaşanmış o topraklarda…

Ne acılar…

Ne kahırlar…

Ak Ova değil Kara Ova…

O çok sıcak 74 Ağustos’undan sonra dünya başına yıkılmış orada yaşayanların da…

Türk askerinin eline geçince cehenneme dönmüş…

Başka yerlerde yaptıkları gibi genç kız ve kadınlar için bir toplama kampı kurmuşlar orda…

Yirmili yaşlarında yirmi kadar genç Kıbrıslırum kızını bu kampa yığmışlar…

Ve her gün seri tecavüzlere başlamışlar…

Hayır, öldürmediler onları…

Başka toplama kamplarında öldürdükleri de olmuş…

Ama Gypsos’takileri öldürmemişler…

Tecavüz etmişler yalnız…

Sağ kalanlar şimdi anlatıyorlar yaşadıklarını…

Trajedi ve kayıpların izini inatla süren Andreas Paraskos’tan çok şey öğreniyoruz…

Şimdi artık 70’li yaşlarına ulaşan kadınlar neler anlatıyorlar neler…

Gypsos’taki (Akova) toplama kampında onları bileklerinden bağlayarak boyunlarından geçirmişler ipleri…

Ve o ipi zincir yaparak onları birbirlerine bağlamışlar…

Tıpkı sömürgecilerin Afrika’da siyah derili köleleri bağladıkları gibi…

Kızlar intihar edeceklerini söyledikleri için bu yola başvurmuşlar…

İki ay bu kampta esir kalmışlar…

Ve ancak Ekim’de ayrılabilmişler bu cehennemden…

İki ay boyunca tecavüze uğramışlar…

Kampa girip çıkan askerler, istedikleri kızı alıp götürürlermiş…

Babaları, kardeşleri, eşleri öldürülen ve nereye gömüldükleri bilinmeyen kızların yaşadıkları cehennemden de öte…

***

Bu adadaki cinayetler ve tecavüzler anlatmakla bitmez…

“Savaş suçları” demiyorum bunlara…

Bu ifadede olağan sayma ve mazur görme var…

Pek çoğu “savaş suçu” diyerek normalleştirir bunları…

Masum sivilleri katletmek ve kadınlara kızlara tecavüz etmek ne zamandan beri savaş suçu oldu?

Hangi kitapta yazar bu?

Kadınları savaş ganimeti sayan cihatçı anlayışından ne farkı var yurdumuzda yapılanların?

Dün bir dostum anlatıyordu…

Lapta’da annesinin gözleri önünde tecavüz etmişler kızlarına…

Annelerine de tecavüz etmişler sonra…

Dome Otel’e yollamışlar onları da…

Hamile kalmışlar…

Orada büyümeye başlamış karınları…

Askere bakın…

Girne’ye çıkarma yapar yapmaz cinsel açlığını gidermeye başlamış…

Adına “Mutlu Barış Harekatı” denilen harekata bakın!

Ve biz her yıl hiç sıkılmadan ve utanmadan kutluyoruz da bunu!

Zaptetmişsin işte evlerini mallarını…

Masum çocuklardan ve kadınlardan ne istersin be hey asker?

“Barış Harekatı” denilen şey bu ise “Savaş Harekatı” ne?

Anlatın bana!

***

Bu savaş emrini veren de üstelik şair ruhlu, lirik şiirler yazan bir başbakan…

Harekatın sonuçlarını gördükten sonra vicdanı hiç sızlamadı mı acaba?

Bunca ölü…

Bunca yetim…

Bunca tecavüz kurbanı…

Bunca göçmen…

Gerçek bir şair yüreği hiç kaldırır mı bunları?

Sen savaş emrini ver…

Sonra da çekil köşene…

Adaya salıverdiğin askerler de kırıp geçirsinler ortalığı…

Aç kurtlar gibi saldırsınlar kadınlara kızlara…

“Savaş emri” demek “Tecavüz emri”nden başka nedir ki?

Tecavüzün “yasallaştırılmasından” başka nedir?

Hani hesabını soran mı var bunların?

Herkes acılarıyla ve yaşadığı trajediyle baş başa kaldı…

Caniler ise fink atıyorlar ortada…

Cezasız kalmanın keyfini çıkarıyorlar…

“Öldürmek benim sanatımdı” diyen caniye bile kimse hesap sormuyor…

Hesap sorma diye bir şey yok bu ülkede…

Sanki herkes suçlu…

Ve kimse kimseden hesap soramıyor…

***

Bu cinayetler…

Bu tecavüzler aydınlatılmadıkça…

Kayıplar bulunmadıkça…

Failler cezalandırılmadıkça…

Ve gazi diye bilinenler arasındaki tecavüzcü ve katillerin gazilik madalyaları sökülüp geri alınmadıkça…

Barış gelmez yurdumuza…

(19 Aralık 2020 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author