Maltepe, Gelincik, Sipahi, Bafra değil, Kıbrıs!

Aziz Şah – Savaşın travmasının yaşanması gereken zamanda evlere daldılar ganimet topladılar…

Yas bile tutulmadı…

Savaş suçları mahkemesinin kurulması gereken zamanda oturdular Türkiye’nin sigara markalarından seçtikleri isimleri köylere verdiler…

Yaz bitmeden…

Savaşın bitip ateşkesin başladığı zamanda terk ettikleri evlerine dönmeyi değil yeni ev istediler…

-Şu anda köyünüze isim koyacağız, bakın elimde balta yıkıyorum bu köyün tabelasını…

Savaş suçları mahkemesi kurulması gereken zamanlardı…

Köylerin isimlerinin tam da değişmemesi gereken zamanlardı. Köy isimlerinin savaş suçları ile kaydedilip, savaş suçlularının yargılanması gereken zamanlardı…

Köylerin isimlerinin değişmesi savaş suçlarının da silinmesi demekti.

Hem tarihi hem suçları sildiler…

-Öldürmek benim sanatımdır…

Savaşın sıcağında en acayibime giden şey Türkiye’nin sigara markalarının Kıbrıs’ta köylere isim diye verilmiş olmasıdır… 

Yas tutulmadı mı hiç, diye düşünmeden edemiyorum. Yangından mal kaçırır gibi köy isimleri neden değiştirilir, hem de sigara markasıyla…

Yak bir Maltepe…

Olmazsa yak bir Gelincik…

Yoksa Sipahi yak…

Hiçbiri yoksa Bafra yak…

Zaferden sonra içilen keyif sigarası gibi…

İlla köylerin isimlerini değiştirecekseydiniz bari Türk şairlerinin şiirlerinden seçseydiniz…

Üvercinka deseydiniz bir köye, bir diğerine Dalgacı Mahmut köyü, berikine Göğe Bakma Durağı, bir başkasına Yerçekimli Karanfil köyü…

Nüfus taşımak, yerleşim birimlerinin isimlerini değiştirmek, yağma-talan savaş suçuydu. Ama en önemlisi, savaştaki savaş suçlarını konuşmadan suçların işlendiği mekânların isimlerini değiştirmek bütün savaş suçlarının üzerine örtü seren başka bir savaş suçuydu.

Sigara markalarından isimler verdiniz köylere, memleketin bir nefeslik ömrü oldu…

Şimdi nefes alamıyoruz!

Şiirlerden isim koyacak ufkunuz olaydı zaten o zaman savaş çıkarmak için kendi caminizi yakmaz, kendi büronuzu bombalamaz, barışı savunanları kurşunlamazdınız…

Temmuz çekildi, bu Ağustos’un sesi…

Cırlavıklar çıkmıştır meydana…

Kıbrıs’ta tek örgütlü toplum, Ağustos böcekleri…

Temmuz çekildi, bu Ağustos’un sesidir…

Bir savaşın filminin çekilmesi için en az on yıl geçmeli, demişti bir yönetmen bir zaman…

Yüzleşme için zaman geçmeliydi, film yüzleşme içindi ona göre. Halbuki çağımızda film yüzleşme için değil, gelecek savaşlara hazırlanmak için çekilir…

Vietnam, Irak, Afganistan savaşları daha bitmeden başlamıştı filmler çekilmeye. Bizim kaç on yıl geçti daha bir filmimiz bile yok.
Mahkemeyi kurmaya cesaret edecek yargıç, filmi çekmeye cesaret edecek yönetmen bulunamadı…

Böyle zamanlarda hep Vartan Malyan gelir aklıma…

İki tarafa da sövmeye cesaret edecek kadar cesurdu, işte ondan güzel yargıç olurdu…

Babası Adanalı, annesi Mersinli…

3 Ekim 1927’de doğdu…

Adı Vartan Malyan, Kıbrıs’ın en meşhur Ermenisi…

Anne ve babası Ermeni tehcirinden şans eseri kurtulanlardan…

Vartan Malyan Kıbrıs’ta Yeşil Hat’tı çizen adamdır ya da çizdiğini zanneden…

“O cızgıyı ben cızdım” demişti…

2013’te öldü. Kıbrıs Ermenilerinin tarihini en iyi bilendi, Rumlardan pek haz etmezdi, haz etmediğini belli ederdi. Rumların Ermenilere haksızlık yaptığını düşünürdü. İngiliz zamanında Posta’nın müdürü Ermeniydi, şimdi neden değil, diye sorardı… “Polisin bandosu vardı, 60 kişilik, onun 58 kişisi Ermeniydi. Şimdi gırnata çalamıyor mu Ermeniler?” demişti…

Anadolu’dan kovuldular ama hep Türk dostu kaldı…

Hrant Dink öldürüldükten sonra Arabahmet’te yapılan bir anmaya gelerek konuşma da yapmıştı…

“Annem Türk bakkalına giderdi, çünkü bilmezdi Rumca konuşsun Rum bakkalla. O yüzden Türk komşuların çocuklarıyla büyüdük… Bizim evde hep Türkçe konuşulurdu. Halam Ermenice bilmezdi, o yüzden mecburduk ki Türkçe de konuşalım…”

İngiliz ordusunda 54 ülkede görev yaptı…

İngiliz mahkemesinde 1942’de tercümanlık yaparken Denktaş’la birlikte girmişler işe. Denktaş’la okul arkadaşıymışlar… Ondan fazla dil bildiği için 1.5 lira fazla alırdı mahkemeden. Hayatı boyunca Denktaş o 1.5 liranın lafını etmiş ona…

“Ban Ki Moon’a da yazdım, ‘Kıbrıs’ta Rumlar ve Türkler dışında başkaları da var, Maronitler var, evet ama, bir de Ermeniler var’ dedim” diye anlatmıştı…

Vartan Malyan’ın hikâyesi 1915 soykırımı ile başlıyor…

Annesi ve teyzesi kaçgöç, sürgün, tehcir sırasında çocukmuş daha…

Annesinin babası ve annesi soykırımda öldürülmüş. İki kız çocuğu kalmış bir başına ortada…

Vartan Malyan anlatıyor:

“Annem Türkiye’den çıktığında dört buçuk yaşındaydı. Annemle hemşiresi sokak kapıda oturuyorlarmış, iki kızcağız. Ağlıyorlarmış, çünkü annelerini babalarını öldürmüşler. Sokaktan yüzlerce adam gidiyor, bir taraflara; göç ediyorlar. Mahalleden geçen ailelerden biri öbürüne ‘bir tanesini sen al, birini de ben alayım, bunları da beraber götürelim’ demiş. Annemi Halep’e kadar getirmişler. Ondan öte götürememişler, Halep’te bir aileye teslim etmişler…”

Vartan Malyan’ın hayatı kayıp teyzesini aramakla geçti…

İngiliz ordusundaydı, NATO’da görevliydi, dünyanın dört bir tarafında Hitler’in adamlarını kovaladı…

Ama annesi ölmeden teyzesini bulamadı…

“Annem hastaydı, son günleriydi artık, ölecekti, bana ‘bütün dünyayı gezdin, kaybolan adamlar buldun, hemşiremi bulamadın’ dedi ve gözünü kapattı. Öldü. Çok zoruma gitti…”

Annesi öldükten sonra da teyzesini aramayı bırakmadı…

Annesini bir aile Beyrut’tan Kıbrıs’a getirmiş. Burada babası ile tanışıp evlenmiş…

Babası Cihan Harbi’nden önce Osmanlı ordusunda asker…

Teyzesinin hikâyesi ise Beyrut’tan Amerika’ya uzanmış…

O yıllarda öksüz yetim kalan Ermeni kızlarına sahip çıkmak için Amerika’daki Ermeni kiliseleri pazar günleri kapılarına kızların resimlerini asarmış, “koca aranıyor bunlara” diye, “resmi beğenen” Ermeni gençleri de talip olur, kızları getirtirlermiş…

Ford fabrikalarında çalışan bir Ermeni “bir kız gördüm kilisenin kapısında, zannedersem o kız bana uyar” demiş, fabrikada işçiler para toplamışlar aralarında, tutmuş bu Beyrut’un yolunu…

Teyzesi da böyle gitmiş Amerika’ya…

Şair’in “bu şehir arkandan gelecektir” laneti Vartan Malyan’ın da peşini bırakmadı, tuttu Mersin’in yolunu…

“1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti kurulup da barış olunca ilk iş Türkiye’ye gittim. Buradan birinin bir yakını bulundu Mersin’de, o yardım etti bana. ‘Tahminen nerede olduğunu biliyorsan evin, buluruz’ dedi. Evi bulduk. Çaldık kapıyı. Bir kadın çıktı kucağında bebeyle. ‘Ben kalırım bu evde, benden evvel annem kalırdı, ben bu evde doğdum’ dedi. ‘Ne kira verirsin’ dedim, ‘kira vermeyiz’ dedi. Bazen konuşulur Rum tarafında, ‘Türk tarafında kalan evlerde Türkiye’den gelenler kalır, hangi şartlarda kalırlar, kime para verirler’ diye… Ben 1960’ta Türkiye’ye gittim de bir Ermeni evinde Türkler kalırdı. Neyse işte, babamın da, annemin de evlerini buldum. Olduğu gibi duruyorlardı. Fotoğraflarını çektim kapılarının… 1974’ten sonra aile Güney’de, Larnaka’daydı, ‘bir evcik yapalım’ dedik. Annemin Mersin’deki evinin sokak kapısı aklıma geldi. Bir usta bulalım da aynısını yapsın diye bütün Kıbrıs’ı gezdim… Fotoğrafı büyüttüm, gösterdim adama… Bir ay içinde getirdi. Aldım götürdüm, annem baktı, ‘böyle güzel bir eve bu antika kapıyı niçin yaptın’ dedi bana. ‘Anne, iyi bak, belki hatırlarsın bir şey’ dedim…”

Sonra Yeşil Hat’tı nasıl “cızdığı”nı anlatıyor…

“1963’te problemler olmuş burada. Ben o sırada Afrika’dayım. Suveyş’te General Green vardı, beni buraya getirtti. Dediler ‘Kıbrıs’a gidiyorsun, kavga varmış’. ‘Kimin kavgasıymış?’ dedim. ‘Türklerle Rumlar arasında’ dediler. Dedim ‘kavga bitmişti, 1960’ta anayasa yapılmıştı yeni’. Dediler ‘yok, gene başladı’. Tayyareyle Girit’e gittik, oradan Ağrotur’a, helikopterle Lefkoşa’ya geçtik. İngiliz karar vermiş, ortadan telleyecek Türklerle Rumları ki, kavga etmesinler. Lefkoşa’da sabaha kadar haritada Türk bölgesini, Rum bölgesini işaretleme görevini verdiler bana. Biz hattı çizerken üç kişi idik sokakta. Biri bendim, biri beni bekleyen bekçi, üçüncüsü de telsizci idi. Lefkoşa’nın haritası elimde, yola çıktık. Ama yazıp çızacak kalem yok elimizde. Telsizci İngiliz’in üç tane pennası vardı. Biri kara, biri kırmızı, öbürü de yeşil! Çok iyi hatırlıyorum, ‘pennanın birini ver’ dedim. O da çekti gara pennayı verdi. Kalem yazmıyordu, kurumuş. Savurup attım. ‘Öbürünü ver’ dedim. İkincisi de kırmızı idi. ‘Yok verme’ dedim, şimdi de diyecekler ‘Türkler çizdi’. Asker öbürünün yeşil olduğunu söyledi. ‘Ver yeşili’ dedim. Kalemi elime aldıktan sonra aklıma geldi. Yeşilin İngilizcesi green; general da, ki bana git çiz dedi, o da Green! Dedim ki bunun altından da başka bir şey çıkacak. Ama başka kalem yok, çektik çızgıyı. Ne vakit ki geldik Mağusa Kapısı’na kadar da bitirdik. Böylelikle bu hattın ismi Yeşil Hat oldu. Rastgele yani!”

1974’te Irak’taydı. Türk askeri çıkarma yapınca çevirmen lazım oldu, İngiliz bir defa daha gönderdi onu…

Satır arasında anlatıyor…

“Şu an 2600 civarı Ermeni var. Hepsi Güney’de yaşar. Ne vakit ‘74’te Türk askeri gelmiş, bir sabah şafakta, ‘Türkler geliyor’ diye bağırıyorlarmış. E bu kâfidir, bizden birine ‘Türkler geliyor’ dedin mi, kaçan kaçana. Pılını pırtısını alan yallah o tarafa…”

“Bir çevirmen lâzım olmuş, beni götürdüler. İki tane doktor var Türkiyalı. İngilizce konuşur benimle. Bana ‘sen İngiliz değilsin, değil mi?’ dedi. ‘Yok’ dedim, ‘Türk değilim, ama Türkçe de bilirim’. Türkçeye geçtik. ‘Ermenice de bilirim’ dedim, ‘çünkü Ermeniyim’. ‘Aa’ dedi, ‘ben de Ermeniyim’. Ermenice konuşmaya başladık…”

1931’de Vali’nin evini yakanın Ermeni olduğunu Vartan Malyan’dan öğrendik…

“1931 Ekim’inde Lefkoşa Rumları valinin evine gidiyordu. Bu Ermeni de kahvede oturuyormuş. ‘Nereye gider bunlar?’ demiş, ‘valinin evine’ demişler…”

Ermeni da düşmüş peşlerine…

“Duvardan atlamışlar, bahçeye girmişler. Ev de tahtadan…

Herkes birbirlerine ‘yakalım’ diye bağırıyormuş.

Ama kimse cesaret edemiyor…

Bu da bakmış, orada valinin arabası var. Petrol tankını açmış…”

Valinin arabasının benziniyle Vali konağını yakmış Ermeni…

İngiliz yargıç mahkemede sormuş,

“Rumları anladım da, sen Ermeni olarak ne gittin?” diye…

-“Duydum, gideyim, göreyim dedim…”

Yargıç bir daha sormuş:

“Hadi gittin gördün, ne diye ateşe verdin?”

Ermeni cevap vermiş…

“Bu Rumlarda” demiş, “Cesaretli adam yok, hep bağırıyorlardı yakalım diye, ama yakan yoktu, ben yaktım…”

Yeşil Hat’tı cızan Ermeni…

Vali’nin konağını yakan Ermeni…

Bu adanın tarihini dört paket sigara markasının ismini köylere vererek değiştirdiğinizi mi sandınız?

(2 Ağustos 2020 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author