Yüreğinin götürdüğü yere gitmedikçe

Şener Levent – Hani yüreğinin götürdüğü yere gidecektin?

Gitmedin…

Gidemedin…

Yola çıktığını, ancak yarı yoldan geri döndüğünü bilirim…

-Neden geri döndün, diye sordum sana…

-Ben Donkişot olmak istemem, dedin…

Çok yazık…

Birkaç tehdit telefonu…

Birkaç tehdit mektubu…

Bunlara yenilecek adam mıydın sen?

Yüreğinin götürdüğü yere gitmek isterken, korkunun götürdüğü yerde buldun ansızın kendini…

Ben “Rumcuyum” diye tutuklanmıştım o sırada…

“Çek git yurdumdan” dediğim general kılıç sallıyordu başımızda…

Mevsim yine yazdı…

Ve yine Temmuz’du aylardan…

Yine deliliği tutmuştu…

Kutlu Adalı 6 Temmuz’da vurulmuştu…

Dört yıl sonra ben 7 Temmuz’da tutuklandım…

Ekranlarda her akşam “Girne’den yol bağladık Anadoluya” şarkısını çalıyorlardı…

Ve sıkı dost olduğum meyhaneci eski teşkilat hatıralarını anlatıyordu bana…

“Torbadaki kesik Rum kafasını götürüp Denktaş’ın ayaklarına attım” diyordu…

İrkilerek dinlerken inanamıyordum duyduklarıma…

Peşimize takılan ve silahlı olduğunu düşündüğüm adamlar meyhanenin önünde volta atıyorlardı…

Ne zaman bizi kurşun yağmuruna tutacaklar diye düşündüğüm geceler oldu…

Bana Donkişot derdin sen…

Hayır dostum…

Donkişot değilim ben…

Yüreğimin götürdüğü yere gittim sadece…

Mendebur yürek…

Laf dinler mi hiç?

Çok karanlık bir gecede Mosfilya ovasında buzuki çalarak bize rembetiko şarkılar söyleyen dostuma sorun isterseniz…

Karanlık gecenin yıldızlarına bakarak dinledim şarkısını:

Yanarım

Yanarım

Biraz daha körükle ateşimi

Boğuluyorum

Boğuluyorum

Daha derin denizlere at beni

Ah Marika!

Bilsen seninki gibi bir cenaze törenini kaç kişi özler bu dünyada…

Yüreğimiz kanasa da ağlayarak değil, dansederek çıkıp gidelim bu mezarlıktan…

***

Bölünmüş yurdumuzun iki yarısına sıkışıp kaldığımız gibi, iki yüzyıl arasına da sıkışıp kaldık…

Geçmiş yüzyılda yarım kalan kavgalarımızı taşıyamadık bu yüzyıla…

Berlin duvarında o zamanlar şenlik yapmazlardı…

Ama biz burada Maraş harabelerinin gölgesinde kataklizma yaptık…

Damlardan ağaçlar fışkırır ve yılanlar ıslık çalarken ve kayıplarımız hala kendilerini bulmamızı beklerken, sahilde dansedip şarkılar söyledik…

Eski huzurlu günlerimizi andık…

Ama sakın bir daha onlardan bahsetme bana…

Duymak istemem…

İngiliz sömürgecinin bayrağı altında kardeşçe ve huzurlu yaşamak marifet mi?

Huzur ve barış içinde yaşamak için ille de bir yabancı mı olmalı başımızda?

O sömürgeciler bize eksik bir bağımsızlık armağan edip gittikten sonra burada birbirimizin boğazına nasıl sarıldık, onu anlat bana…

Mazgal deliklerinden birbirimize nasıl kurşun yağdırdık…

Biz hiçbir zaman kendi evimizi evirip çeviremeyecek miyiz?

Bir yabancı mı olmalı ille de başımızda?

***

Yüreğinin götürdüğü yere gidenler çoğunlukta değil, azınlıktadırlar bu adada…

Bazan “Bir elin parmaklarını geçmez” derler onlar için…

Hem de gelmiş geçmiş bütün bilim adamlarının, bütün yazar ve sanatçıların da hep azınlıkta olmuş olduklarını bildikleri halde…

Biz bugün yurdumuzda bu haldeysek…

Aramızdaki duvarı 47 yıldır hala yıkamadıysak…

47 yıldır Maraş’ı yılanlardan kurtaramadıysak…

Hala bir yarıdan öbür yarıya yurtdışına gider gibi gidip geliyorsak…

İşgalci tepemizde savaş tamtamları çalarak cirit atıyorsa hala…

Nedendir biliyor musun?

Yüreğimizin götürdüğü yere gitmediğimiz i,çin…

Yüreğimiz bize “tüm Kıbrıslılar birleşin” diyor…

Birleşemiyoruz…

En çok birleştiğimizi zannettiğimiz ortak eylemlerde bile ayrıyız ne yazık…

Ki bize,

-Buyrun barışı siz yapın, deseler…

Onu bile yapamayız…

Yüreğinin istediğini beyni reddeden bir topluluğuz biz…

Çok mu beyinsiziz?

(9 Haziran 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author