Kutlu Adalı’yı öldüren UZİ’nin şeceresi (6) ADALI’NIN YAYINLANMAYAN RÖPORTAJI

“8 Haziran 2021, Mağusa-Lefkoşa yolu, Foto: Yenidüzen”

Aziz Şah – Yıl 1989…

Prof. Çetin Yetkin Kutlu Adalı ile bir mülakat yapar. Yetkin Adalı’nın anlattıklarını Milliyet gazetesine verir, ancak yayınlanmaz.

Yıllar sonra, daha doğrusu Kutlu Adalı öldürüldükten sonra 6-7 Ağustos 1996’da Hürriyet gazetesinde bu söyleşinin geniş bir özeti yayınlanır.

“Adalı’nın anlattıkları ve ölümü kontrgerillanın önemli bir üssü olan Kıbrıs gerçeğine ışık tutuyor” diyen Suat Parlar, “Kirli İşler İmparatorluğu” kitabında bu röportajdan bir kesiti aktarır:

“(…) Şimdi taksi şoförlüğü yapan bir kişidir, eskiden odacımdı. Bu arkadaş günün birinde olaylar gelişip Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra, herhangi tatmin edici bir mevki alamayınca, maaşı da çok az olduğu bir dönemde, ben amiri olduğum için benimle iyi geçinirdi.

İstekleri karşılanmayınca bir gün sinirlenmiş ve ‘İsterler mi bize öldürttükleri adamları gidip açıklamaya başlayayım!’ diye bana içini dökmüştü”…

Adalı, daha sonra taksi şoförlüğü yapan bu mücahidin eylemlerinden birini şöyle anlatmıştır:

“Belediye çarşısında, kendisine verilen emir gereğince bir arkadaşı ile birlikte iki kişiyi öldürmekle görevlendirilmişti. Bu iki arkadaş, bu iki kişiyi belediye çarşısında kıstırdılar, neticede ateş edip bunları vurdular… Zannedersem yanındaki Alpay’dı.”

Suat Parlar “Adalı oldukça çarpıcı bilgiler vermiştir” diyerek röportajdan aktarmaya devam ediyor:

“Aradan uzun bir zaman geçti. Kimleri öldürdüklerini kesin olarak hatırlayamayacağım. Ancak, bildiğim, Rumlara hizmet eden, hain sayılan kişileri vurdukları. Gerçekten hain miydiler, değil miydiler orasını bilmiyorum. Ölenler solcu muydu? Bir şey söyleyemem. Ancak, mevcut liderliğe karşı insanlardı. O zaman benim dikkatimi çeken ve hiçbir zaman onaylamadığım durumlar olmuştu.

Bazı insanlar sendikadan ayrıldığı, solcu olmadığı, tövbe ettiği, solculuktan vazgeçtiği şeklinde kimliklerini, fotoğraflarını basarak gazetelere ilanlar vermeye başladılar. Gazetelerde günlerce bu insanların isimleri çıktı.

Kimisi berberdi, kimisi matbaacıydı, ameleydi, terziydi.

Bu korku salmıştı. Bu korku ile birlikte herkes can derdine düştü. İnsanlar gazetelere ilanlar vererek canlarını kurtarmaya çalıştılar.

Hatırlarım, bir tanesinin ertesi gün gazetede ilanı çıktı ama kendisi o gece vuruldu, öldürüldü. Yani gazeteye ilan veriyor, tabii gazete ertesi gün çıkıyor, o da gece vuruluyor, adam böylece geç kalmış oluyor.

Bunların çoğunun asıl kabahati, o zaman 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda Rumlar ile birlikte ellerinde Türk bayrakları ile bayramı kutlamaları, birlikte yürüyüş yapmalarıydı”…

Suat Parlar’ın “Kirli İşler İmparatorluğu” kitabında Prof. Çetin Yetkin’in Kutlu Adalı ile 1989’da yaptığı ama Milliyet’te yayınlanamayan röportajından yapılan alıntı bu kadar. Röportaj Adalı öldürüldükten sonra 6-7 Ağustos 1996’da yayınlandı, internetten Hürriyet arşivine girip röportajın tamamına ulaşmaya çalıştım ancak bulamadım. Belki bu yazıyı okuyan Türkiyeli dostlar röportajın tamamına ulaşabilirse bize iletir, biz de yayınlarız…

Röportajda Kutlu Adalı’nın bahsettiği berber, amele, matbaacı, terzi cinayetleri bilindiği üzere 1958 terör dalgasındaki cinayetlerdir.

Adalı “1958” yılı ile sembolleşen, Türk Özel Harp Dairesi’nin Türkçe konuşan aydınlara, sendikacılara, sosyalistlere karşı cadı avından bahsediyor…

PEO Türk Şubesi Başkanı Ahmet Sadi Erkut 22 Mayıs’ta kurşunlandı.

İnkılapçı gazetesini çıkaran Fazıl Önder 24 Mayıs’ta önce silahla vuruldu, sonra hançerlendi, kan kaybından ölene kadar da landroverde dolaştırıldı.

29 Mayıs’ta Ahmet Yahya uyurken öldürüldü, sendikadan istifa ilanı ile ölüm ilanı yan yana yayınlandı gazetede.

7 Haziran’da TC Elçiliğine bağlı Türk Haberler Bürosu TMT tarafından bombalandı…  

Ne acı tesadüf ki Kutlu Adalı da vurulduktan sonra aynı Fazıl Önder gibi bir askeri landroverin arkasına atılıp götürüldü. Ambulansla değil askeri araçla taşındı bedeni…

1958’den 1996’ya değişen hiçbir şey olmadı.

Rejim namına bugün içinde yaşadığımız düzen de 1958 terör dalgası ile kurulan askeri rejimdir.

Bir sözün değeri söylendiği zamanla ölçülür. 1989’da vermiş Adalı bu röportajı Milliyet’e, yayınlanmamış.

Bugün bildiğimiz ve dile getirdiğimiz gerçekleri, o gün bugünkü kadar ifade etmek kolay mıydı?

Mesela kontrgerilla üzerine Kutlu Adalı Milliyet’e konuştuğunda 1989’da Kıbrıs’ta TMT’nin cinayetleri üzerine yayınlanmış kitap yoktu. Kitapların çoğu 1990’ların sonunda, hatta Adalı öldürüldükten sonra yayınlandı. Elinizde tuttuğunuz Avrupa-Afrika gazetesi bile Kutlu Adalı öldürüldükten sonra Şener Levent’in sözleri ile faili meçhulleri yazmak için yayın hayatına başladı…

Denktaş’ın en güçlü zamanlarıydı. Asker ve Denktaş istibdadı vapur vapur yasadışı yerleşimci-illegal yerleşik nüfusu taşıyarak Kıbrıs’ın kuzeyini kolonileştiriyor, askerin postalı her seçimde sandığı tekmeliyordu…

1989’da Türkiye’de Adalı ile yapılan bu röportajın yayınlanmasını da muhtemelen Denktaş engelledi…

Fikri düzeyde Kıbrıslı mı Türk mü, ne olduğuna, “sınıf”ı nasıl tanımlayacağına, “Kıbrıs sorunu nedir?” sorusuna cevap veremeyen “kimlik bunalımı”ndaki sol da Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla yediği tokatla kıblesini şaşırıp Brüksel ve Washington’a secde etmeye hazır duruma gelmişti 1989’da…

İşte, yıl 1989…

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin kurduğu “Gladio-Özel Harp Dairesi- kontrgerilla düzeni” Sovyetler Birliği’nin insanlığa vadettiği umuda karşı kazandı…

Kutlu Adalı ise Özel Harp Dairesi’nin Kıbrıs’taki cinayetlerinden bahsediyor “tam vaktinde”…

Çizgisinden sapmayan anti-emperyalist 1968’li devrimcilerden, güzel insan Fadıl Çağda “Cinayetlerle Susturulan Toplum” kitabında şöyle diyor:

“Adalı’yı vurdular. Cinayetin üzerinden yıllar geçti. Adalı’nın öldürülme nedeni hep St. Barnabas olayına bağlanır. Ancak Adalı’nın esas öldürülme sebebi vâkıf olduğu gizli bilgiler olamaz mı?

St. Barnabas infaz için bir vesile, bardağı taşıran son damla olamaz mı?

Adalı öldürülmezden önce eşine TMT hakkında “Yazacağım çok şey var” demişti.

Adalı’yı vurdular. Öldürülmesinin üzerindeki sır perdesi halen kaldırılmayı bekliyor.”

Kutlu Adalı’nın 1989’daki röportajında kontrgerilla cinayetlerinden bahsetmesi ve İlkay Adalı’nın verdiği TMT’yi yazacaktı bilgisine bir bilgi daha ekleyelim:

Kutlu Adalı sokak ortasında öldürüldüğünde polis doğrudan çalışma odasına giderek, odayı dağıttı ve birşeyler aradı.

Adalı’nın cesedi sokak ortasında iken polis Adalı’nın odasını dağıtmaktaydı…

TMT hakkında yazdıklarını mı arıyorlardı?

Bu yüzden cinayeti Türk İntikam Tugayı üstlendi…

Bu yüzden Rauf Denktaş “Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan gibi bu cinayetin şeyi de üstüme kalacak” dedi…

Bazı fikirler vardır geç anlaşılır, bazı fikirler vardır kendinden sonra gelecek olanların önünü açar. Ufuklarını açar. Ödediği bedellerle açar. Bazı fikirler vardır yargılanarak ve öldürülerek ifade özgürlüğünü ödediği diyetlerle kazanır…

İfade özgürlüğü anayasalarda, insan hakları sözleşmelerinde, mahkeme tutanaklarında yazdığı gibi okunmaz. İfade özgürlüğü hukukun yazdığı gibi okunmaz, mücadelenin yazdığı gibi okunur.

Kutlu Adalı’nın 1989’da yayınlanması engellenen röportajından kısa bir pasajı okurken bunu düşündüm işte. TMT’yi, Özel Harp Dairesi’ni, Türk sömürgeciliğinin Kıbrıs’a nüfus taşımasını-illegal yerleşik politikasını eleştiriyordu Adalı. Bugün irademizin yok edilmesine neden olan taşıma nüfusa o gün taşıma sırasında karşı çıktı Adalı. Fadıl Çağda yazıyor kitabında, Kutlu Adalı “Kıbrıs Kıbrıslılarındır” diyordu. Bugün biz bu sözü söylediğimiz için yemediğimiz yafta, duymadığımız hakaret kalmadı. Kutlu Adalı yaşasa o da “ırkçı” olacaktı bizim gibi!

Bir sözün değeri tarihe geç kalmadan söylenmesinde yatır. Adalı zor zamanda nüfus taşımasına karşı çıktığı için Nüfus Dairesi Müdürlüğü görevine son verildi. “Anavatan-yavruvatan politikası, gelen Türk giden Türk, ölen Türk öldüren Türk politikasını doğurmuştur” diyerek Kıbrıs Kıbrıslılarındır demiştir.

St. Barnabas konusu çok sevildi, çünkü Adalı’nın fikirleri değil “polisiye olaylar” konu oldu. Bu memlekette cinayete kurban gitmiş hiçbir aydın fikirleri ile anılmaz. Ne Ayhan Hikmet ne Muzaffer Gürkan ne Kavazoğlu ne Adalı…

Fikirlerinden soyutladığınızda öldürürsünüz esas onları!

Öldürülen bütün aydınlarımız Kıbrıs Kıbrıslılarındır diyordu. Öldürülen aydınlar “mağdur” oldukları için değil, fikirleriyle anılır ve fikirleriyle yaşatılır…

***

Bu yazıyı yazarken geçen sene ölüm yıldönümünden sonra (9 Temmuz’da) yazdığım yazıyı hatırladım:

“KUTLU ADALI BOŞUNA MI ÖLDÜ?”

Bazı yazılar vardır, yazmamak için direnirsiniz. Yazarsanız üzülecek insanlar olduğunu düşünürsünüz, yazmamak için kendinizle savaşırsınız. Bu da öyle bir yazı işte!

Uzun zamandır kafamın içinde asılı duruyor…

Boşuna mı yaşandı bunca acı?

Bir yazar tek bir nedenden dolayı öldürülmez; Adalı da tek bir nedenden dolayı öldürülmedi. “Zamansız” soru sorduğu ve tabuları yıktığı için öldürüldü. Damla damla birikti yazılar…

Bir sorunun sorulacağı ve yazının yazılacağı zamanı egemenler belirler. Eğer egemenlerin çizgisini aşarsanız “zamansız öten horoz” derler size…

Adalı’nın St. Barnabas baskını hakkında yazdıkları ya da “Sopa ve Sıpa” gibi ana-yavru söylemi altındaki sömürgeciliği sorguladığı yazılar sadece bardağı taşırmıştır…

Bir yazarın öldürülmesinin en önemi nedeni, yazdıklarına dünyanın henüz hazır olmamasıdır…

-Gene de dünya dönüyor!

Her sene Kutlu Adalı’nın ölüm yıldönümünde son yazısı “Sopa ve Sıpa” yeniden ve yeniden yayınlanır.

Her sene baştan okuruz. Çünkü bugün yazılmış gibidir o yazı…

Ama o yazı 1996’da yazıldı. Denktaş’ın gölgesinin ve askerin postalının en ağır olduğu zamanda…

Rejim aynı olsa da koşullar farklıydı. Henüz Avrupa-Afrika gazetesi kurulmamıştı. Şener Levent ve arkadaşları yüzlerce yılla yargılanmamıştı. Haciz, kurşunlar, bombalar, linç henüz ortada yoktu…

İlk kurşunu Adalı yedi. “Hak verilmez alınır” denir hep, ifade ve düşünce özgürlüğü de ödenen bedellerle kazanılır…

İnsan hakları sözleşmelerinde yazılı olduğu için hiçbir toplum özgürleşmez bedel ödemedikçe…

Adalı’nın 1996’da yazdığı o yazıya iyi bakın. Bugün o yazı gibi çok yazı yazılır. 1996’dan bugüne ödenen bedeller sayesinde…

Ana-yavru ilişkisini sorgulamak bir maharet değildir bugün. Maharet 1996’da sorgulamaktı, Adalı sordu, vurdular…

Kutlu Adalı yazdıkları için öldürüldü. Ailesine bedel ödetildi…

Avrupa-Afrika kuruldu. Bu gazetede kurulmuş her cümle toplumun haberi olmasa da mahkemede yargılandı. O kadar çok yargılandı ki kurulan cümleler, inanamazsınız…

Mahkemede kurduğunuz cümlenin şeceresini çıkarırlar yargılama esnasında. Her bir kelimenin kökenine inip suç unsuru ararlar!

Yargılana yargılana her bir cümle ifade edilme hakkı kazandı…

Eskiden yargılanan yazılara bakın. Bugün fersah fersah ileride yazılar yazılır. Çünkü 1997’den beri yargılanan fikirlerle ödenen bedeller bizlere düşündüğümüzü söyleme hakkı kazandırdı…

Tek bir örnek vereyim: 1999 yılında bu elinizde tuttuğunuz gazete Dikmen’de Çevik Kuvvet tarafından evinden atılan bir ailenin meselesi yüzünden 42 davadan yargılandı.

Şener Levent ve Ali Osman’ın ömrü iki iskemle sığan sanık kutusunda geçti. Kolay mı sanırsınız bunları?

“Yeni zamanlarda yeni şeyler söylemek”ten bahseden gençler “eski kuşaklar”ın ödediği bedeller olmasaydı ağzını açamazdı bu askeri rejim koşullarında. Bundan bile haberleri yok ama…

Sivillerin askeri mahkemede yargılanmaması için bu gazetenin verdiği mücadeleden haberleri yok… 

Kutlu Adalı St. Barnabas baskınında Sivil Savunma Teşkilatı’nın rolünü sorguluyordu 1996’da! 2020’de tarih hafızası olmayan liberaller ise karşımıza dikilmiş “herşeyi işgale bağlamayın” diyebiliyor hadsizce!

Çünkü ödenen bedelleri görmezden geliyorlar!

Çok borcumuz var gerçekten bedel ödemiş eski kuşaklara…

Palavra sıkanlara değil, gerçekten bedel ödeyenlere borçluyuz. Düşündüğümüzü ifade edebiliyorsak borçluyuz…

Kimsecikler size insan hakları sözleşmelerinde yazıyor diye özgürlük bahşetmez eğer bedel ödemeyi göze almamışsanız…

Kutlu Adalı bu yüzden boşuna ölmedi…

(4 Temmuz 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author