Boğaziçi’nden Kıbrıs’a baktım

Aziz Şah – Boğaziçi Üniversitesi direnişi ilk altı ayını devirdi!

Kıbrıs’ta değil altı ay, altı saat bile direnemeyen bir ahali var…

Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine “elitlik” üzerinden saldırdılar önce. Boğaziçililer ise Ortadoğu’nun kadim devrim sloganı “Kahrolsun istibdad, yaşasın hürriyet” dedi…

“Elit” dedikleri çocuklar işçi mücadelelerini ziyaret etti. Elitlik tutmayınca, cinsel kimlikler üzerinden saldırdılar bu kez Boğaziçi’ne…

Altı aylık Boğaziçi direnişinin sonucunda “Gökkuşağı Bayrağı” suç delili oldu. Ama bayrağı düşürmediler!

Bir zamanlar “başörtüsüne özgürlük” eylemlerinin merkezi olan Boğaziçi’ne Kudüs, İslam ve manevi hassasiyetler üzerinden saldırdılar. O da tutmadı…

ABD Büyükelçiliği dünyada mücadele eden bir gruba ne zaman destek beyan etse, o mücadele şeytanlaştırılır. Şüpheye düşülür! ABD de bunu bile bile her seferinde mücadele edenler şeytanlaştırılsın diye yapar. Boğaziçi’ne de yaptı aynısını. Ancak bu şeytanlaştırma da tutmadı…

Boğaziçi bir zamanlar “misyoner okulu” olarak kurulan Robert Koleji’nin devamıdır. Oradan saldırdılar. O da tutmadı…

Boğaziçi öğrencileri kendilerine atılan hiçbir çamura karşı savunmaya geçmediler. Kötü bir benzetme olacak ama “Burunları yere düşse eğilip almadılar”… Kendilerini beğenmişliklerinden değil, tam aksine karşılarına dikilen istibdad rejimi karşısında eğilmiş olmamak için burunlarından vazgeçtiler…

Bu altı ay boyunca Boğaziçililere en çok destek Yunanistan’dan geldi. “Düşman”dan devamlı selam aldılar ve “düşman”a selam verdiler…

İstibdadın sözcülerinin ne gevelediğini umursamadılar. Çünkü kendilerini biliyorlar, kendilerinden eminler, kendileri hakkında başkalarının ne söylediğini bu yüzden umursamıyorlar.

Bir hedefleri ve şiarları var. Değil altı ay, altı yıl da direnirler böyle…

Üniversitelerinin kapısı kelepçelendi, direndiler…

Direnenlerin evlerinin kapıları kırılarak gözaltına alındılar, mahkemeye çıkarıldılar, hapse atıldılar…

Kimseyi yalnız bırakmadılar. Çıkarılan bütün yalan haberlere rağmen…

Elektronik kelepçe ile kapatılan arkadaşlarının 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü’nde evlerinin önünde şarkılar söylediler…

Hiçbiri yalnız yürümedi, ne zindanda ne meydanda ne evde…

Sözleşmeli muhalif hocalar üniversiteden atıldı, üniversiteye kaçak fakülteler kuruldu, atamalar yapıldı…

İstibdada karşı sayısız şarkı yazdılar…

Polis Boğaziçililere “Aşağı bak!” dedi, onlar göğe baktı…

Altı ay böyle direndiler!

Kıbrıs’ta ise işgalciler ve onların trolleri Kıbrıslı Türklere “Rum”, “İngiliz piçi”, “Gavur dölü” demeye görsün…

“Kıbrıslı TÜRK” kimlik bunalımına girerek işgalcisine ne kadar Türk olduğunu ispat etmeye kalkar. “Velev ki Rum’um, velev ki İngiliz’im, velev ki Gavur’um ne var bunda? Bu dünyada Türk dışındakilerin yaşam hakkı yok mu?” bile diyemedi Kıbrıslı bunca zaman…

Karşısına dikilen faşistlere Türklük ve Müslümanlık ispatına kalkıştı. Bu yüzden bir adım yürüyemedi Kıbrıslı…

Türkçe konuşan Kıbrıslıların “kimlik sorunu” işgal rejiminin bir silahıdır.

Boğaziçililer ne olduklarını çok iyi biliyorlar. Hürriyet mayalarını üzerine bastıkları topraktan alıyorlar. Tevfik Fikret’in şiirlerinden besleniyorlar…

“Kıbrıslı Türk” denilen kimlik sorunu ise ne olduğunu bilmediği için altı saat bile direnemiyor.

Bu yüzden hep mesele ülke meselesidir dedik. Üzerine bastığınız toprağı nasıl görüyorsunuz?

Bu yüzden Boğaziçililer mahkemeye kalabalık gider, Kıbrıs’ta yargılanan aydınlar ise yalnız başlarına gider…

(14 Temmuz 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author