1948’e dönsek keşke!

Aziz Şah – 1960’a dönülecek diye ödü koptu Kıbrıslıtürk federalistlerin…

Dönüp dolaşıp 1974’e takılıp, “işgalin kazanımı” olan federasyonu savunmak zorundalar. Yoksa dinden çıkarlar…

“BM parametrelerine dayalı iki bölgeli iki toplumlu federasyon” dini…

Savaş koşullarında imzalanmış belgeler her yerde yırtılıp atıldı, Kıbrıs hariç!

Bana kalsa 1960’a da dönmem!

1948’e dönerim, Lefke Maden Grevi’ne…

Madenci çocuklarının süt hakkı için başlayan greve dönerim…

8 Mart 1948’e dönerim bilhassa, emekçi kadınlar gününde işçilerin üzerine ateş açmak için silahını çeken polisin üzerine koşup silahını havaya kaldıran ve silahı almak için mücadele eden o kadının yamacına varırım…

1948’de İngiliz sömürgeciliğine, Amerikan maden şirketine, Türk ve Rum Liderliklerinin şovenizmine karşı mücadele eden Kıbrıs işçi sınıfının yanına giderim…

Varır o işçi sınıfının yanına, “Şovenizme teslim olmayın, bugün olduğunuz gibi tek ve yekpare kalın” derim, “Siz dağılırsanız, Kıbrıs dağılır çünkü”…

1958’de onlar dağıldı, Kıbrıs da dağıldı…

Hazır 1948’e dönmüşken, gider AKEL merkezini basarım…

Çünkü dil, din, etnik kimlik ayırt etmeden madenciler, madenci eşi olan kadınlar ve madenci çocukları tek beden olmuş mücadele ederken 1948 yılında, Kıbrıs işçi sınıfının sermayeye, şovenizme ve sömürgeciliğe karşı mücadele verdiği sırada AKEL Genel Sekreteri Yunanistan Komünist Partisi Genel Sekreteri Zachariadis’ten talimat almak üzere Yunanistan’a gitmişti…

Hazır 1948’e gitmişken gider AKEL merkezini basarım: Atina’ya değil, Lefke maden grevine bakın derim…

Ancak kişisel tercihlerimize kalmadı “hangi yıla döneceğimiz”…

Marx’ın dediği gibi:

“İnsanlar tarihlerini kendileri yaparlar, ama onu serbestçe kendi seçtikleri parçaları bir araya getirerek değil, dolaysızca önlerinde buldukları, geçmişten devreden verili koşullarda yaparlar. Tüm göçüp gitmiş kuşakların oluşturduğu gelenek, yaşayanların beyinlerine bir kâbus gibi çöker”…

Çökmüştür 1960 da “kâbus” gibi üzerimize, çünkü hukuk zemini var orada.

Sanmayın ki zaman makinesine bindik de dönüyoruz 1960’a. 1960’tan sonra imzalanan bütün anlaşmalar ve alınan kararlar da “kâbus” gibi üzerimize çöktü…

Ancak 1974’ün “kazanımı” olan federasyona öyle sıkı sıkıya sarıldınız ki, ancak 1983’e dönebiliriz bu şekilde: Dış dünya ile tüm bağların kesilip KKTC’nin ilan edileceğinin Denktaş tarafından açıklandığı geceye.

Gene bir gece telefonlar kesilecektir federalistlerin dönmek istediği yerde…

1960’a dönülecek diye ödü kopan federalistler gibi, 1974 öncesine dönülecek diye ödü koptu “Kıbrıs Cumhuriyeti Rum Cumhuriyeti değildir” diyerek pasaport savunması yapan cengaver Türk milliyetçilerinin…

1960’a dönülemez, nayır, nolamaz dedi Kıbrıs Münhasır Ekonomik Bölgesi’nin doğalgazının yarısını hak sayan “Kıbrıs Türk solu”…

1974 öncesine dönülmese de bütün Kıbrıs’ın yeraltı ve yerüstü kaynaklarının yarısı bizimdir dedi Silihtar’ın tavan arasında gezen fareler…

1960’a dönülse ne güzel olurdu halbuki! Muzaffer Gürkan, Ayhan Hikmet ve Derviş Ali Kavazoğlu öldürülmemiş, Emin Dırvana volta atıyor koridorda, Süleyman Uluçamgil henüz hayatta, Kaya Çanca henüz intihar etmemiş…

Ne güzel olurdu 1960’a dönmek, ancak 1960 sadece hukuki bir zemindi, 1974’te silah zoru ile elde edilen “tavizler” ise hem KKTC’yi hem Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki hakları hem de federasyonu savunan bir kaypaklıktan ibarettir.

(3 Eylül 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author