‘‘Ne paranı ne memurunu ne askerini ne paketini’’den ‘‘Toroslar da bizi görecek mi?’’ye sendikaların yokoluşu

Aziz Şah – Sendikalar ağızlarından düşürmezler ‘varoluş mücadelesi’ lafını. Peki, kendileri var mıdırlar?

Kendi kimlikleri, kendi sözleri, kendi eylemleriyle, ‘kendileri olarak’ var mıdır sendikalar?

Bugün çiğnendikçe anlamını yitiren ‘toplumsal varoluş’ söyleminin kaynağı olan ilk Toplumsal Varoluş Mitingi 2011 yılının 28 Ocak’ındaydı…

Miting için neden bu tarih seçilmişti?

‘27-28 Ocak 1958’ üzerinden Kıbrıs Türk milliyetçiliği yapabilmek için…

Hem Ankara’nın kuklalarına karşı çıkacaksınız hem de Ankara’ya şirin görünmek için Kıbrıs’ın taksim edilmesi için örgütlenen bir provokasyonun yıldönümünde yapacaksınız bunu…

7 masum insan öldürüldü 27-28 Ocak 1958’de İngiliz’in taksim politikasının koşullarını oluşturmak için…

Denktaş bu yedi masum insan için “Bu ölüler bize lazımdır. Dünyaya sesimizi bu ölülerle duyuracağız” demişti…

6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da yaşananlara benzer bir arka planı var 27-28 Ocak 1958’de Lefkoşa’da yaşananların…

6-7 Eylül, Türk-Yunan hükümetleri Londra’da pazarlık yaparken patlak verdi…

27-28 Ocak da İngiltere ile Türkiye Ankara’da pazarlık yaparken patlak verdi…

Cami yaktıran, Türk Haberler Bürosu’nu bombalatan, halkı galeyana getirmekte ustalaşan Kıbrıs Türk Liderliği Türk-İngiliz görüşmelerini etkilemek için “Ya Taksim Ya Ölüm” mitingi düzenledi…

Her provokasyon bir yalanla başlar. Kıbrıs Türk Liderliği “İngiltere taksimi kabul etti” dedi ahaliye Ankara’da görüşmeler sürerken…

Herkesi de mitinge katılmaya zorunlu kıldı, kepenkler indirildi…

Karşısında silahlı İngiliz askerini gören ahali de “bu nasıl iştir” dedi…

Asker kız öğrencileri coplamaya başladı…

İngiliz emperyalizmi, Türk yayılmacılığı ve Kıbrıs Türk Liderliği’nin taksimin koşullarını oluşturmak için yarattığı bir patlamaydı 27-28 Ocak…

Bu yüzden Denktaş “Bu ölüler bize lazımdır. Dünyaya sesimizi bu ölülerle duyuracağız” demişti…

Taksimin mucidi İngiliz neden “Ya Taksim Ya Ölüm” diyen bir ahaliyi makineli tüfeklerle tarasın?

27 Ocak’ta Sarayönü’nde Şerife Mehmet ve Mehmet Ahmet Bondigo landroverin altında ezildi…

28 Ocak’ta İngiliz askerlerini taşlarken yaralanan gençlerden İbrahim Ali’yi, arkadaşları Sermet Kanatlı ve Mustafa Ahmet hastaneye götürürken Girne Kapısı’nda delik deşik edildiler…

28 Ocak’ta Mağusa Kapısı’nda sopalarla İngiliz askerlerine saldıran Sefer Muharrem ve Fuat Yusuf makineli tüfekle öldürüldüler… 

27-28 Ocak 1958 emperyalizmin ve Türk milliyetçiliği ile onların yerli işbirlikçilerinin Kıbrıs’ı bölmek için tezgâhladığı bir provokasyondu.

İşte, 2011 senesinde Sendikal Platform’un Toplumsal Varoluş Mitingi yapmak için seçtiği tarih bu sebepten 28 Ocak’tı. Buradaki sorun provokasyonun yıldönümünün seçilmesi değil; mesele provokasyonu bilerek, onun üzerinden milliyetçi ‘sendikacılık’ yapma çabasıdır. Sonuçta sendikalar çıkıp, ‘‘27-28 Ocak 1958 İngiliz emperyalizmi ile istirdatçı Türk milliyetçiliğinin bir provokasyonudur, masum insanlarımızı saygı ile anarız’’ demediler…

Aksine, ‘‘İngiliz’e nasıl direndiysek Ankara’nın dayatma paketlerine de öyle direneceğiz’’ diyerek 27-28 Ocak 1958’de ekilen taksim tohumuna su serptiler sadece…

Yıl 2022, sorunlarımızın nedeni Ankara! Ancak sendikacıların ağzından düşmez ‘‘Makarios’a nasıl direndiysek’’ narası…

Çünkü tarihlerinde sendikacılık yapıp bir sınıf mücadelesi örgütlemediler. Bir işyerinde örgütlenmediler. Özel bir okulda örgütlenmediler. Kendi kendine örgütlenip, Toplu İş Sözleşmesi ve sendika hakkı için mücadele edenlere (Mesela 2017 Aralığından Martına kış boyunca soğuklarda Elçiliğin karşısında çadır kuran CAS işçileri) omuz vermediler…

Sendikacılık yapmadıkları için ya Kıbrıs sorununa ya da Kıbrıs Türk milliyetçiliğine sarılırlar…

Artık Ankara’dan hiç bahsetmiyor, sadece UBP’ye ‘beceriksizler hükümeti’ diyor sendikacılar. Kim yasakladı sendikacılara Ankara’yı ağızlarına almayı? TC Elçiliğinin dibinde miting yapıp karşılarındaki Sömürge Valiliği’ni görmeyecek kadar kör olamazlar…

Erdoğan’ın ve TC Merkez Bankası’nın uyguladığı politikalar sonucunda fakirleşmemizden dolayı sendikacılar kukla politikacılara sallayıp duruyor…

28 Aralık 2021 mitingi de böyle bir kara mizahtı:

-Çocuklarımız göç etmesin diye tüp gaz zammına hayır, şeklinde özetleyebiliriz koca koca sendikaların toplayamadıkları kalabalığa söylediklerini…

Kıbrıs’ın kuzeyi yerleşimci taşıma nüfusla kolonileştirildi. Üretimden koparılarak diz çöktürüldü. Kıbrıs Lirası’ndan TL’ye geçirilerek mevduatlarına el kondu. TC bankaları her yıl 100 milyon TL’yi Türkiye’ye kaçırıyor. TC’nin Türk mallarını bile buraya Dövizle satması yetmedi, ‘mali esaret’ altındaki toplumumuz şimdi de önce Erdoğan’ın TL’yi değersizleştirme politikasından şamarı yedi, ardından Dövize Çevrilebilir Mevduat politikasıyla zincire bir halka daha eklendi.

TC sömürgeciliği kolonideki KENDİ HARCAMALARI için bizi Dolar üzerinden borçlandırırken 2020 Mali Protokolü ile tamamen bir Düyun-u Umumiye yapısı oluşturuldu:

“Protokolün uygulanması… TC Cumhurbaşkanı Yardımcılığı uhdesindedir.” (TC- KKTC İktisadi ve Mali İşbirliği Anlaşması, Ek 5, madde 11)

Mali protokolün 17. Madde’sine göre KKTC’nin tüm bakanlıklarına asgari 3 yetkiliden oluşan “Proje Uygulama ve Takip Komisyonları” atandı. Bu madde ile sömürge rejiminin sahte bakanları TC’nin atadığı memurlardan emir alır konuma geldi. Yani her “bakan”a kayyum atandı!

“Stratejik planlama, programlamanın koordinasyonu, uygulamanın izlenmesi, mali işbirliğinin değerlendirilmesi TC Kıbrıs İşleri Koordinatörlüğü uhdesindedir” diyor protokolde…

Yani KKTC yok, sadece TC Kıbrıs İşleri Koordinatörlüğü var: Sömürge idaresi yani!

Protokolde işlerin nasıl yürüyeceği 6 maddede sıralanıyor. Mali İşbirliğine İlişkin Yapı’nın omurgası şöyle:

1.Kıbrıs İşlerinden Sorumlu TC Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay.

2.TC Kıbrıs İşleri Koordinatörlüğü.

3.TC Teknik Heyeti.

4.TC Kalkınma ve Ekonomik İşbirliği Ofisi.

5.KKTC Teknik Heyeti.

6.Uygulama Birimleri.

Ankara’daki TC Kıbrıs İşleri Koordinatörlüğü bir yanda, diğer yanda Lefkoşa’daki Üst Koordinasyon Kurulu (TC Elçisi ile GKK ve KTBK komutanları)…

Kukla perdesi ‘KKTC meclisi’ önünde eylem yapan koca koca sendikalar ise tüp gaz zammından dolayı UBP’ye ve Ersin Tatar’a laf atmak dışında tek kelam edemiyor.

‘Elçilik, Ankara ve işgal’ demek yasak!

Yıl 2021…

Kıbrıs’ın işgalinin 47’nci yılı…

1974’te NATO’nun darbe yaparak devirmeye ve öldürmeye çalıştığı Makarios’a karşı sendikacılık yapıyorlar…

Akıl tutulması olamaz!

Talimat böyle…

Yukarıda yazdığım sömürge düzeninin bürokratik-hiyerarşik yapısını benden daha iyi biliyor bu sendikacılar!

Ancak susarak ve yalan söyleyerek, Kıbrıs halkına ihanet ediyorlar…

Trajikomik bir örnek vererek kapatalım bu bahsi:

‘10 Aralık Uluslararası İnsan Hakları Günü’nde Boğaz’dan Diyanellos Sigara Fabrikası’na yürüyen KTAMS’ın başkanı Güven Bengihan şöyle dedi:

-“Şunu bilsinler; bu yaptıkları zamlarla ve uyguladıkları ekonomi politikalarıyla, değil gençlerimize mevcut halka da göç yolları açmıştır. Makarios’un 74’te yapamadığını bu beceriksizler yapacak”…

Ekonomi politikalarını uygulayan Recep Tayyip Erdoğan, TC Merkez Bankası ve Kıbrıs İşleri Koordinatörü Fuat Oktay…

UBP’nin beceriksizliği değil, Ankara’nın politikasıdır.

15 Temmuz 1974’te Makarios’a darbe yapıldı. Kendisi kaçaktı…

Sendikacılar konuşurken araya milliyetçi enstantaneler katacak diye TRT’nin Bir Zamanlar Kıbrıs dizisine çevirdiler tarihi.

Peki, koca koca sendikalar neden dişe dokunur laf edemiyor?

***

Recep Tayyip Erdoğan’la Mehmet Ali Talat’ın ilk karşılaşması…

Erdoğan’ın Talat’a sorduğu ilk hesap:

-Mitinglerinizde Türk bayrağı taşımıyormuşsunuz…

Erdoğan’ın Talat’a sorduğu ikinci hesap:

-‘Ne paranızı ne pulunuzu’ diye bir pankart açmışsınız…

Talat’ın cevabı ne oldu Erdoğan’a derseniz:

-‘Ne paranı ne memurunu ne askerini ne paketini’ diyenler provokatörlerdi…

Eşref Vaiz, Mete Tümerkan’a anlatıyor:

 -‘‘Sayın Tayip Erdoğan bizi karşıladığında yanında TC Dışişleri Bakanlığı’ndan bir Büyükelçi vardı (…) Hoş geldin girişinden sonra ben söz aldım ve dedim ki ‘Sn. başkan, Sn. Erdoğan izninizle ben başkanımdan izin aldım, 5 dakikalık bir giriş yapmak istiyorum’…

Sn. Erdoğan şaşırdı ama buna tepki göstermedi. Dedim ki ‘Lütfen masanızın üzerinde bulunan bizimle ilgili dosyaları okumamış olun’… Çok ciddi bir şaşkınlık ve hayret içinde bir masaya baktı bir yüzüme baktı ve dedi ki, ‘Siz benim masamın üzerindeki dosyayı nereden biliyorsunuz?’…

Cevap verdim, ‘Efenim biz gelmeden önce size mutlaka bir bilgi dosyası vermişlerdir, çünkü yıllardır bizim TC hükümetleri ile ana muhalefet olarak görüşmemize izin vermiyorlar. Vermeme gerekçeleri ise bizimle ilgili yaratılan önyargının değişmesini, gerçeklerin ortaya çıkmasını istemiyorlar. Dolayısı ile yüksek ihtimalle size bizimle ilgili bir dosya vermişlerdir’…

Hayretle ‘Evet böyle bir dosya var’ dedi. ‘Peki, bu dosyanın içinde yazılanlar yalan mı?’ dedi…

‘‘Dosyanın içinde ‘mitinglerinizde Türk bayrağı taşımıyormuşsunuz’ yazıyor’’ dedi. Sayın Talat’la kendisine KKTC’de bayrakla ilgili yasa olduğunu, Bayrak Yasası olduğunu, Türk bayrağının ulusun ve milletin olduğunu, hiçbir siyasi partinin tekelinde olmadığını, seçimlerde, mitinglerde ve siyasi maksatlı toplantılarda Türk bayrağının alet olarak kullanılmaması gerektiğini, anlattık.

Bunun üzerine Erdoğan ‘Doğru’ dedi. “‘Ne Paranızı Ne Pulunuzu’ diye bir pankart açmışsınız” dedi. Bu da buradaki Elçilik’in, yönetimin, istihbarat güçlerinin CTP’yi ve demokrasi güçlerini nasıl yalan, yanlış ispiyonladıklarının bir göstergesiydi. Güzel bir fırsat yakalamışlardı ve bunu bugüne kadar tepe tepe kullandılar ve hala kullanıyorlar. Biz dedik ki “O pankart bizim değildi, miting birçok sivil toplum örgütünün, derneğin, sendikanın katıldığı ‘Bu Memleket Bizim Platformu’nu mitingiydi, bu pankart ortak karar verilen bir pankart değil, provokatif bir girişimdi. Siz de bilirsiniz ki böylesi büyük eylemlerde provokatörler işbaşı yapar.” (…)

Bu arada ben Sayın Erdoğan’a dedim ki, ‘Bizi size nasıl lanse ettiler bilmiyorum ama bizim kurucularımız Erenköy’e çıkıp savaşmıştır biz 1974’te mücahitlik yapmış, yurt için, canımız, toprağımız için savaşmış insanlarız. Yurduna, halkına sahip çıkan bir sol geleneğin temsilcileriyiz. Bizi Türkiye’deki marjinal sol ile karıştırmayın’…

Bunun üzerine, ‘Sizin Rumcu olduğunuz, onlarla iç içe yaşamak, onların egemenliği altında yaşamak istediğinize dair iddialar var’ dedi. Biz de kendisine ‘Kusura bakmayın sayın başkan ama sizinle ilgili de şeriatı savunacaksınız diye iddialar var’ dedik. ‘Hayır, doğru değil’ dedi. ‘O zaman bizimle ilgili söylenenler de doğru değil’ dedik’’…
***

Eşref Vaiz’in Mete Tümerkan’a anlattıklarından yola çıkarak bugün sendikaların neden ağzını aç(a)madığının cevabını buluruz.

-‘Ne paranı ne memurunu ne askerini ne paketini’ diyen sendikaların provokatör olduğunu söyledi Erdoğan’a Mehmet Ali Talat…

Seneler sonra Talat, Erdoğan tarafından sözde cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturtulduğunda Hasan Erçakıca ve Zerren Mungan ile arasında geçen ses kaydında Ankara ile başta KTÖS olmak üzere mücadeleci sendikaları bitirmek için yaptıkları pazarlığı anlatıyordu…

Unuttunuz mu?

Temmuz 2000 mitinginde ahalinin attığı ‘‘General Urfa’ya’’ sloganını hazmedemedi işgalciler…

‘Ne paranı ne memurunu ne askerini ne paketini’ pankartını rapor ettiler; CTP’ye bu pankartı açan sendikaları sustur dediler, susturdu.

Herkes bir kasabın bıçağını yalıyor…

CTP Ankara’nın bıçağını yalıyor, sendika bürokrasisi CTP’nin bıçağını yalıyor!

Hüzünle izlediğim son pahalılık mitinginde, ‘Son son son işgallere son’ diye attığımız sloganı, ‘Son son son kuklalara son’ diye çevirmiş sendika bürokratları. Ama kendileri kimin kuklası?

Önce bu gazetenin manşet attığı, sonra miting meydanlarında halkın attığı ‘Ankara elini yakamızdan çek’ sloganını da ‘Tatar elini yakamızdan çek’ diye sansürlemiş sendika bürokrasisi…

Sendika bürokrasisi elini ifade özgürlüğünün ağzından çek!

Bir gün sana da lazım olacak ‘söz hürriyeti’!

Pankart hazırlatmış sendikalar:

-‘Toroslar da bizi görecek mi?’…

Para mı dileniyorsunuz Toroslar’dan ki ‘sizi görmesi’ni istiyorsunuz?

İfade özgürlüğü ve hürriyet cesareti olmayanlar, ‘Ne paranı ne memurunu ne askerini ne paketini’ diyemez çünkü…

(2 Ocak 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author