22 Ocak: Bir yanda Kıbrıslılar, diğer yanda Ülkücüler

Aziz Şah – 22 Ocak 2018 linçinin dördüncü senesindeyiz…

Erdoğan’ın Kıbrıs’taki yerleşimci sömürgeci nüfusa yaptığı çağrı ile gerçekleşti bu linç.

Erdoğan’ın ‘‘Kuzey Kıbrıslı kardeşlerim’’ diye çağrı yaptığı yerleşiklerin hemşeri dernekleri ve Ülkü Ocakları harekete geçti.

Faşizmin paramiliter terörü konusunda teoride bildiklerimiz pratikte doğrulandı o gün.

İşgal edilmiş Filistin’de yerleşimci İsrailli sömürgecilerin yerli Filistinlilere olan terörünü o gün Kıbrıs’taki Türkiyeli yerleşiklerden gördük yerli Kıbrıslılar olarak.

O gün ilk kez sahada AKP-MHP ittifakını gördük, bir yanda Bozkurt işareti, diğer yanda Rabia vardı, ‘‘Kıbrıs Türk’tür Türk kalacak’’ sloganı ile Tekbir bütünleşmişti…

Erdoğan çağırdı, Ülkücüler meydana indi. 22 Ocak Türkiye’den önce Kıbrıs’ta test edilmesiydi bu Kızıl Elma Koalisyonunun…

O günden sonra başta Kemal Kılıçdaroğlu’na olmak üzere birçok linç ve linç girişimi gerçekleşti Türkiye’de…

Erdoğan, 7 Haziran 2015’de aldığı büyük seçim yenilgisinden sonra politikasını değiştirerek MHP’yle ittifaka yöneldi. 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişiminden sonra da İslamcı hareketten gelen AKP ile Turancı hareketin partisi MHP açıkça ittifak kurdu. Bu mesele basit bir oy meselesi değildi. Kendisine sokak gücü yaratmaya çalışan AKP, MHP’nin Ülkü Ocakları’nı yedeğine almaya ve massetmeye girişti.

İşte 22 Ocak linçi de bu Kızıl Elma ittifakının ispat-ı vücududur.

Erdoğan çağırdı, ülkücüler göreve koştu. Bu da ilk kez Kıbrıs’ta oldu!

22 Ocak’ın akşamını hatırlayın…

22 Ocak gecesi Avrupa-Afrika gazetesinin önünde Kıbrıslılar vardı, onların karşısında Ülkücüler. Ortada da Çevik Kuvvet!

***

AKP-MHP’nin Kıbrıslı aydınlara karşı yürüttüğü linç harekâtı bumerang gibi CHP-İYİ-DEVA-SAADET-GELECEK koalisyonunu da vurdu…

Önce Kemal Kılıçdaroğlu saldırıya uğradı, Meral Akşener birçok şehirde linçin soğuk yüzünü gördü, AKP’den kopan DEVA ve GELECEK üyeleri saldırıya uğradı, MHP’den kopanlar saldırıya uğradı, faşist Alparslan Türkeş’in anmasını diğer faşistler bastı…

22 Ocak’tan sonra en az İslamcılar kadar Kemalistlerden de küfür, hakaret ve tehdit geliyordu gazeteye.

Çünkü biz savaşa karşı çıkmıştık…

Türkiye’nin Afrin’e karşı yürüttüğü işgal harekâtına.

Linçin sebebi savaşa karşı çıkmamızdı…

Kemalist-Laik kesim de Erdoğan’ın bu ikbal savaşını destekliyordu.

İşte bu sebepten, gazeteye Uğur Mumcu ve Atatürk profil fotoğrafıyla gelen hakaretleri unutmam…

-‘Az bile yaptılar size’, diyorlardı…

Bize ‘az yapanlar’, Kemal Kılıçdaroğlu’nu da Ankara’da şehit cenazesinde linç ettiler. Linçten kaçıp sığındığı evi yakıyorlardı…

Bize ‘az yapanlar’ İstanbul’un göbeğinde Halk TV’nin önünde Levent Gültekin’i linç ettiler…

Bize ‘az yapanlar’ Berlin’de yaşayan sürgün gazeteci Erk Acarer’in peşine ekip takıp evinin avlusunda linç ettiler…

Bize ‘az yapanlar’, size de az yapmadı!

***

22 Ocak 2018 bir kalk borusuydu. Söz hürriyetini korumak için bir kalk borusu…

Çünkü söz hürriyetini koruyamayan hiçbir şeyi savunamaz.

Öncesi de vardır 22 Ocak’ın:

-22 Ocak’tan bir süre önce Utku Karsu’nun karikatürlerinden dolayı Kıbrıs gazetesinin kapısına dayanmıştı yerleşiklerin hemşeri dernekleri ile faşist Yeniden Doğuş Partisi.

İşte 22 Ocak linçinin bir kolu bu derneklerdi…

-22 Ocak’tan bir süre önce Ülkü Ocakları, KTÖS’ün yayınladığı ‘Yeni Yıl Ajandası’nda Rum ve Türk Kıbrıslıların ortak acılarına yer verilmesini bahane ederek sendikanın kapısına dayanmıştı.

İşte 22 Ocak linçinin diğer bir kolu da Ülkücülerdi…

Biz ne Utku Karsu’ya karşı linç örgütlenirken ne KTÖS hedefe konduğunda yalnız bıraktık. Gelmekte olanın adını koyarak ‘faşizm’ diyerek, faşizmi de ‘paramiliter kitle terörü’ olarak tanımlayarak ısrarla anti-faşist bir seferberlik çağrısı yaptık.

Bahane her zaman vardır: Bir karikatür, ajandada yazan bir cümle, bir manşet, bir şarkı sözü, tiyatroda bir ifade, bir kahkaha ya da bir sendika bildirisi…

İfade özgürlüğü o ‘an geldiği’nde savunulmadığı takdirde bütün hürriyetler ortadan kalkar.

Bu sebepten 22 Ocak’tan önce, Utku Karsu karikatürlerine karşı faşistler seferber olduğunda da, KTÖS ajandasından dolayı sendikanın kapısına dayandıklarında da savunduk.

AB, ABD, Alman, Norveç ve Stelios Vakfı finansmanıyla düşünen ve konuşan liberallerin hedefe konan Utku Karsu’ya ‘ama’ ve ‘fakat’ çekmesine de şaşırmamıştık.  Biz de ısrarla savunmuştuk, çünkü birimizi verirsek hepimizi alacaklarını biliyorduk. Faşizm karşısında liberal amaların ve oportünist fakatların yeri yoktur!

Aynı şekilde KTÖS’ün hedefe konması sırasında da,  ‘Yapay ajanda sorunundan dolayı toplumsal muhalefet bölünmesin’ diyerek taraf olmamıştı KKTC’ci sol!

Toplumsal muhalefetmiş! KTÖS’süz toplumsal muhalefet mi olur!..

Sendikamızı ‘KTÖS savunması yurt savunmasıdır!’ diye, Utku üstadı ise ‘‘Utku Karsu’nun çizgileri kırmızı çizgilerimizdir’’ diyerek savunmuştuk!

Söz hürriyeti devrim meselesidir. Rusya’da 1905 devrimi sırasında kurulan Sovyet’in sözcüsü olan genç Trotskiy, Sovyet’i savunurken, Çarlık istibdadının Sovyet liderlerinin bazılarını tutukladığı koşullarda haykırır: “Söz hürriyetini koruyun! Söz hürriyeti işçiler için ekmek ve hava kadar gereklidir. Hükümet bu özgürlükten keskin bir bıçaktan korkar gibi korkmaktadır.”     

22 Ocak’tan önce Utku Karsu ve KTÖS vakalarıyla bağıra bağıra gelen, 22 Ocak’tan sonra hayati bir zorunluluk olan TC sömürgeciliği karşısında anti-faşist seferberlik en başta SÖZ HÜRRİYETİ’ni korumak için gerekliydi.

***

Ender Öndeş linç hakkında şöyle yazar:

‘‘Linç eylemine kalkışanlar, beyin ve yüreklerini değil, daha çok burunlarını kullanır. İyi koku alır onların burnu. Bir ‘linç edici’, kendini ‘vazifesine’ ne kadar kaptırmış olursa olsun, soğuk bir hesapçıdır aslında. En heyecanlı anlarda bile, bir gözüyle mutlaka genel durumu ve resmi güçlerin pozisyonunu kollar. Bir adım fazla öne çıktıysa… Hemen kendini ayarlar! Yani, ‘cinnet’, ‘kitle psikolojisi’ gibi lafların hepsi yalandır. Ortada cinnet filan yoktur, bal gibi hesap vardır. Linç eylemi, ister fiziki, isterse entelektüel anlamda yapılsın, devletin ya da genel toplumsal biçimlenişin onayını almadan gerçekleştirilmez. Bir riyakârlık yuvası olarak kasaba, herkesin bildiği sırları herkesten özenle saklayan sıkıcı ortamıyla linç eyleminin en verimli toprağıdır. Tavuk kesemeyecek adamları bir anda elinde baltayla haykırırken görürsünüz, karınca incitemeyenler elde benzin bidonuyla dolanırlar ortalıkta; şaşırıp kalırsınız! Şaşırıp kalacak bir şey de yok aslında; ‘milli şuur’ dediğimiz şey, zaten her zaman ‘şuurunu yitirmiş’ kalabalıklardan yaratılmaz mi? ‘kalabalık, insanlardan oluşmaz’dan kasıt da tam bu değil midir?’’…

Çünkü Özel Harp Dairesi cinnet geçirmez, psikolojik harp yönetmenliklerine göre hareket eder…

Kıbrıs tarihine yön veren iki önemli linç var: 6-7 Eylül 1955 ve 22 Ocak 2018 linç harekâtları…

Nasıl ki  “Kıbrıs’ta cami bile yaktık” diyen Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?”“6-7 Eylül de bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı. Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?” demişti.

22 Ocak da bir özel harp işiydi. Başarılı olsaydı, yani hedeflenen kan aksaydı yıllar sonra bir general çıkıp, “22 Ocak muhteşem bir örgütlenmeydi ve amacına ulaştı. Sorarım size başarısız mı?” diyecekti.

6-7 Eylül’de de, 22 Ocak’ta da ahali gürûhlaştırıldı ve silah olarak kullanıldı. Kimse cinnet geçirmedi…

6-7 Eylül’de topuklu ayakkabılı, modern giyinmiş kadınları görürsünüz; 22 Ocak’ta parçalanmış Avrupa gazetesi tabelası üzerinde tepinen çocukları görürsünüz.

Çünkü gürûh bir örgütlenme ve sosyalizasyon biçimidir. İçine girersiniz, içinde varolursunuz, talimatı içinden verirsiniz. Gürûh dışardan talimat almaz. Verilen emre körü körüne itaat etmez, emrin dışına da çıkar. Olayın akışına bakar, ganimet fırsatı bulursa ganimetler, tecavüz şansı geçerse eline tecavüz eder. (22 Ocak’ta “Doğuş Derya’yı bize verin” sloganını bu yüzden atıyorlardı… 22 Ocak 2018’den beri susup, linç hakkında tek bir cümle kurmamış olsa da Derya, gürûhun attığı o slogan unutulmaması gereken bir gerçek! Derya gibilerin susturulması da linçin amacıydı, onlar da susup linççilere istediklerini verdiler…) Çünkü gürûhun doğası, gürûhun şiddetinin sosyolojisi bunu gerektirir. En gaddar askeri şiddetle gürûhu birbirine karıştırmayın. Asker aldığı emirle hareket eder. Gürûh ise emir alsa bile emri duygularıyla işler. Gürûhun şiddeti tam da gürûhun kalbinden gelir. Bir enerji boşalması, bir öfke patlamasıyla yasaları çiğnemenin doyumuna ulaşır.

Şiddet sosyolojisi uzmanı Wolfgang Sofsky şöyle yazar:

“Gürûhun ritüeli çarpışma anlarıdır, düellolardır; şan ve şöhret için, intikam adına ifratın keyfini sürmek uğruna düzenlenen ayinlerdir. Henüz bir merkezi iktidarın cop kullanma hakkı üzerinde tekel iddia etmediği o eski zamanlardan kalma aşiret savaşlarını andırırlar.”

Evet, gürûh bir Ortaçağ örgütlenmesidir.

6-7 Eylül de, 22 Ocak da Ortaçağ’dan sahnelerdir…

***

Bütün linçler birbirine benzer. Çünkü ‘kendiliğinden’ olmaz…

22 Ocak linçi Erdoğan’ın 21 Ocak 2018’de Bursa’dan yaptığı çağrı ile başladı:

-‘‘Kuzey Kıbrıs’ta bir pespaye gazete ahlaksızca bugün bir başlık atmış. Ben Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki kardeşlerimi de burada tavır almaya davet ediyorum. Ve Türk ordusunun Kıbrıs’tan sonra yeni bir işgal yaptığını söylüyor… Bu ne ahlaksızlıktır… Bu ne edepsizliktir… Dolayısıyla ben Kuzey Kıbrıslı kardeşlerime özellikle böyle bir duruşu sergilemek suretiyle gereken cevabı Kuzey Kıbrıs’ta onlara vermeleri lazım’’…

Ankara’nın Çubuk ilçesinde Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimi de Süleyman Soylu’nun CHP’lilerin şehit cenazelerine gidemeyeceğini söylemesiyle başladı:

-‘‘Onların gideceği bir adres var. O adresi de göstereceğiz. PKK mensuplarının cenazeleri var. Biz onları çok kısıtlı kaldırtıyoruz. Onlara bir kişilik kontenjan ayıracağız. Sandıkta beraberlerse cenazede de olacaklar’’…

Linçlerin sonlanma şekli de birbirine benziyor:

Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimi sırasında Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar gürûha megafonla şöyle seslenmişti:

-‘‘Arkadaşlarım, şehidin mekanı cennet olsun. Allah anasına, babasına, silahlı kuvvetlere, sizlere sabır versin. Şu ana kadar mesajlarınızı verdiniz, tepkilerinizi verdiniz. Şimdi sükûnetle Yener’in evine gidiyoruz. Annesine, babasına taziyelerimizi bildirmek üzere burayı boşaltıyoruz’’…

22 Ocak’ta ise gazetenin girişindeki basamaklarda Erhan Arıklı gürûha hitaben konuşma yapmıştı. Hulusi Akar’a benzer sözcüklerle ‘tepkinizi verdiniz’ dedi. Ardından gürûh meclisin önüne yöneldi…

***

22 Ocak polisin sivile bağlı olup olmaması ya da yargının bağımsızmış gibi yapması veya işbirlikçi düzen partilerinin linççileri hapisten çıkarması meselesi değildir…

22 Ocak işgal düzeninin Linç Rejimi’dir. 1974’ten beridir taşınan sömürgeci yerleşimci nüfusun paramiliter karakterinin ayyuka çıkmasıdır. TC Devleti’nin gölgesinde Ülkü Ocakları, hemşeri dernekleri ve AKP teşkilatları altındaki yerleşimci nüfus sömürgeciliğinin aynasıdır 22 Ocak.

22 Ocak bir faşizm sorunudur.

22 Ocak’ın fotoğrafı buydu ve hâlâ budur: Bir yanda Ülkücü Yerleşikler vardı, diğer yanda Kıbrıslılar.

22 Ocak’ta Kıbrıs’ta politikanın ana fayı kırıldı. Ancak işgal yokmuş gibi yapanlar, 22 Ocak olmamış gibi yapmaya devam etti. O gün de anti-faşist seferberliğe ihtiyaç vardı, kulak arkası edildi. Bugün de anti-faşist seferberliğe ihtiyaç var.

22 Ocak’ın gecesi “Kıbrıs Türk’tür Türk kalacak” sloganı atarak gazeteye doğru yürüyüşe geçen Ülkücülerin karşısına “Kıbrıs faşizme mezar olacak” diye dikilen Kıbrıslı gençliğe ihtiyaç var…

22 Ocak İtalya’nın büyük Marksist’i Antonio Gramsci’nin de doğum günü. Tam da bugünün adını koymuştu Mussolini’nin zindanında yazdığı Hapishane Defterleri’nde: “Eski dünya ölüyor, yeni dünya doğmak için mücadele ediyor: Şimdi canavarlar zamanı…”

(23 Ocak 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author