Ayhan Hikmet’in öldürüldüğü yaştayım

Aziz Şah – Ne hatırlatıyor size yasemin kokusu?

Kutlu Adalı’nın yaseminlerinden bahsetmiyorum, sizin yaseminlerinizden…

Kutlu Adalı’nın yasemine yüklediği anlamdan bahsetmiyorum, sizin yüklediğiniz manayı soruyorum…

Yasemin dendi mi benim aklıma Nilgün ablam gelir, Nilgün Evcet Orhon.

Her sene yasemin zamanını bekler, yaseminlerini toplar, babasının mezarına gider…

Savaştan ancak 45 buçuk sene sonra defnedebildiğimiz 20 Temmuz’un ilk şehidi Ecvet Yusuf…

Yasemin dendi mi aklıma Ecvet komutan gelir, yargılanmayı bekleyen savaş suçları gelir…

45 buçuk sene bir kız çocuğu babasının mezarına yasemin taşıyarak büyür. Sonra öğrenir ki yasemin götürdüğü mezar boş…

Ecvet komutanı Teşkilat başka bir mezara gömmüş, kendi şehidini toplu mezara koymuş, ailesine de yalan söylemiş!

Ecvet Yusuf’un yeğeni Ulus Baker’in sözü gelir aklıma yasemin deyince:

-“Yaralarım benden önce de vardı, ben onları bedenimde taşımak için doğmuşum”…

Yasemin kokusu bana hesap sorulmayı bekleyen savaş suçlarını hatırlatır.

1958’den beri Kıbrıslının Kıbrıslıya, Rumun Türke, Türkün Türke, Türkün Ruma, Rumun Ruma, NATO’nun Kıbrıslılara ettiği hesabı sorulmamış zulmü hatırlatır yasemin kokusu.

Sizin için öyle değil ama…

Yasemini bir afyon gibi kullanıyorsunuz, Xanax gibi…

Mana yüklemiyorsunuz yasemine, sizi hiç var olmamış bir nostaljinin transına geçiriyor.

Ayhan Hikmet’in öldürüldüğü yaştayım.

Fazıl Önder’in öldürüldüğü yaştan üç yaş büyüğüm.

Ayhan yatağında, Ahmet arabasında, Fazıl çarşının ortasında, Yahya da yatağında, Derviş pusu içinde pusuda, Kutlu mahallesinde öldürüldü…

Kontrgerilla kurulduğundan beridir yasemin kokmadı bu sokaklar.

Hep kan ve çirkef fışkırdı gözeneklerinden…

“Bu vatan bu mevzilerin arkasında uyuyanlarındır” diye yazmıştı mevziinin duvarına genç mücahit…

Diğeri de onu silip, “Nöbet namustur mevzide uyunmaz” diye yazdı…

-Bu vatan bu mevzilerin arkasında Godot’nun yasemin getirmesini bekleyenlerindir, diye yazdım ben de.

-‘Silah sesi duyardık, dükkânlarımızın kapısını kapatır, içeri girerdik. Sesler geçince geri kapının önüne otururduk’…

Böyle tasvir edilen ‘fasariya zamanları’ geldi gözümün önüne Halil Falyalı’nın ölüm haberi sosyal medyada ‘kulaktan kulağa’ yayılırken. Kulaktan kulağa oyunu vardır. İlk söylenen şeyle, son aldığı şekil aynı değildir; gerçekle söylenen birbirini tutmaz. O oyun gibidir Kıbrıs ahalisinin hayatı da…

Halil Falyalı kontrgerilla tarafından pusuya düşürülüp öldürüldü. Bildiğiniz 1958’den beridir Kıbrıs’ta cinayet işleyen kontrgerilla tarafından. Onun bugüne uzanan kollarından biri tarafından…

Haberin duyulduğu andan itibaren sosyal medyada hezeyan, korku, panik ve endişe vardı. Birçok olayda olduğu gibi. Ben bu halinizden çok korkarım Kıbrıslılar! Çünkü bu haliniz laftan anlamaz. Sonra bir yasemin afyonu çekersiniz, iskemleyi kapı aralığına koyar, pencereniz açık yatır, başlarsınız kendi uydurduğunuz nostaljiye…

Hiç değişmediniz, tam ‘fasarya zamanları’nda olduğu gibi, silah sesinin yankısı geçti, Falyalı’nın cenazesi kaldırıldı, herkes gerisin geri kapının önüne oturdu. Bir sonraki ‘şok’a kadar. Şoklara alışmış bir ahaliden bahsediyoruz…

Ne kapımızı kilitlemeden uyurduk ne sokaklarımız yasemin kokardı!

Yasemin kokuluyduk da fosseptik çukuru mu olduk?

Ayhan Hikmet’in öldürüldüğü yaştayım.

Ayhan Hikmet yatağında uyurken öldürüldü…

Kapısını açık mı unutmuştu Ayhan?

(12 Şubat 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author