Yerleşimci sömürgeciliği: Ülke gerçeğinin imhası

Aziz Şah – Kıbrıs’ta TC’nin yürüttüğü yerleşimci sömürgeciliği üzerine yazdıklarımızdan dolayı bizden nefret edebilirsiniz sevgili Kıbrıslılar!

Bunun için farklı bahaneleriniz olabilir: Enişteniz Türkiyeli olabilir, hatta çıkarmada inen paraşütçülerden olabilir; sahte tapuyla size ait olmayan bir toprak üzerinde oturabilirsiniz; hatta TC’nin buraya taşıdığı yerleşimci nüfusla TC işgaline karşı birlikte mücadele etme hayali bile kuruyor olabilirsiniz…

Kıbrıs’ta yerleşimci nüfus sömürgeciliği gerçeğini inkâr edebilirsiniz. Sizin inkâr etmeniz, TC’nin taşıma nüfus politikasının İNSANLIĞA KARŞI İŞLENMİŞ SUÇLAR kategorisinde bir savaş suçu olduğunu değiştirmez… Sevdiğiniz Türkiyeli enişteniz için savunduğunuz işgalin sonucunda, eniştenizden daha çok sevdiğiniz çocuklarınız göç edecek veya zaten etmiştir. Biz işgale karşı çıkıyoruz diye TC-KKTC çifte vatandaşlığı olan enişteniz mağdur olmayacak ama Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlığıyla bile evladınız yurtsuz kalmıştır!

İnkâr edebilirsiniz gerçekleri ve işgali dile getiren bizlerden nefret edebilirsiniz. Hakikatten bu kadar korkuyorsanız, evlat sevgisi yerine gerçeği dile getirenlere duyduğunuz nefrete sarılacaksınız…

Avrupa’da tıp okuyan gençlerimizden birinin yazdığına denk geldim. Böyle şeyler dokunur bana:

-Haçanabir tatillerde Kıbrıs’a gidecen, annem ve babam olmasa ne işim olacak Kıbrıs’ta, dünyada görecek o kadar ülke var, bir sene giden, iki sene giden Kıbrıs’a…

Tamamen asimile olmuş ve ülke algısını yitirmiş yeni nesiller sever böyle şeyler yazmayı sosyal medyada. İçlerinden geçeni görürsünüz ama…

Hep yazar dururum: Sömürgecilik ÜLKE GERÇEĞİni ortadan kaldırır. Vatan algısını yok eder. Yurt bilincini yitiren kitleler hiçbir mücadeleye girişemez… Bunun birinci sonucu ülke algısını yitirenlerin ‘KKTC ülkesi’, ‘KKTC anayasası’ ve ‘burayı vatan bilenler’ diyerek işgalci adına siyaset yapmasıdır. İkinci sonucu ise gençliğin kimliğinden tamamen vazgeçip, Kıbrıs Cumhuriyeti kafakağıdı ile dünyanın ortasında köksüz kalmasıdır: ‘‘Haçanabir tatillerde Kıbrıs’a gidecen’’ sözü dalga geçmek için söylenen bir söz değil, ülke gerçeğini yitirmektir.

Bir dostum geldi yurtdışından bir süre önce, uçak Larnaka’nın üzerinde alçaldığında yüreği göğe yükselenlerden… Kansız Soykırım’ın kurbanlarından, 1974’ten sonra Türkiye’nin yurtsuz bıraktığı Kıbrıslılardan:

-‘‘Kolejdeki bütün sınıfımız yurtdışındadır’’, dedi, ‘‘bir kişi bile kalmadı Kıbrıs’ta’’…

Bu dostum, kapılar açılmadan, yani Kıbrıs Cumhuriyeti pasaportu almadan giden kuşaktandır. 2000’lerin başında yurtdışında Kıbrıs’ta barış için eylem yapanlardandır…

‘‘Haçanabir tatillerde Kıbrıs’a gidecen’’ diyen tıp öğrencisi genç ise, o dostum Kıbrıs için yurtdışında eylem yaparken doğan çocuklardandır…

Üç kuşağı görüyorsunuz bu yazıda: 1990’larda giden dostum, 2000’lerin başında doğan çocuk ve 2000’lerin başında ‘Bu Memleket Bizim’ mitinglerinde büyüyen bizim kuşak…

Basitleştirerek anlattığım bu hikâyede ASİMİLASYON’un kuşaklar arası etkisini görüyorsunuz: YURT GERÇEĞİ ve VATAN ALGISInın Kıbrıslı gençlerde yitirilmesi TL’nin enflasyonunun Kıbrıs’ta işgal bölgesindeki etkisi gibidir. Asimilasyonun çarpan etkisiyle yurt gerçeği yitirilir.

Bizden önceki nesil, nereye giderse gitsin yüreğinde zeytin ağacı yükselir. Bizim nesil o zeytin ağacının gölgesini gördü, onunla yetindi. Bizden sonrakiler ise ne zeytin ağacını gördü ne de gölgesini, kesilmiş zeytinin kütüğünü gördü sadece; kütüğe oturdu ve anlam vermeye çalıştı; eski kuşakların o kütüğe yüklediği ‘mana’yı anlayamadı…

Zeytini tarif ederek kimseye hayal ettiremezsiniz, görmeniz, dokunmanız, sarılmanız, hatta o zeytinden düşmeniz gerek…

1974 öncesinin insanlarından Leymosunlu tabiplerden Halim Hocaoğlu, ‘‘Zeytin zamanı geldi, kırıklar çoğalır’’ derdi…

Zeytinden düşenlerin kırıkları bağlandı ama zeytin ağacını hiç görmeyenler, zeytin hakkında anlatılanlardan zeytini hayal edip bir mana veremeyenlerin kırıkları hiçbir zaman bağlanmayacak.

1975’te TC ile Kıbrıs Türk Federe Devleti arasında imzalanan Tarım İşgücü Protokolü ile taşınan yerleşimci nüfus zeytinleri ve harnıpları Karadeniz pide salonlarında yaktı, yaktıkları sadece ‘odun’ değildi…

Yanan zeytin ve harnıp hafızaydı, tarihti, bilinçti, coğrafyaydı, kültürdü. İki kelime ile ÜLKE GERÇEĞİ idi!

İşte Kıbrıslının ÜLKE GERÇEĞİ ile YERLEŞİMCİ NÜFUS SÖMÜRGECİLİĞİ GERÇEĞİ böyle uzlaşmaz bir tezat içerisindedir. Yerleşimci nüfus sömürgeciliği, üzerine çöktüğü toprak parçasının önce adını siler, sonra baştan adlandırır, sonra tarihini silerek yeni bir tarih yazar. 1974’ten beridir yaşadığımız asimilasyon ve entegrasyon (ilhak) sürecidir bu.

Açın haritayı bakın: 1917’den 1948’e, 1948’den de günümüze İsrail nasıl sildi Filistin’i haritadan…

İşgal, istila, sömürge/koloni ve yerleşimci sömürgeciliğinin üzerini kelime oyunlarıyla örtemezsiniz. Gerçeğin üzerine ne örterseniz örtün, ilk esintide savrulur…

Senelerce Kıbrıs’ta TC işgali dememek için TC’nin asimilasyon ve entegrasyon politikaları dendi. İşgale işgal diyemeyen partiler ve sendikalar ‘asimilasyona ve entegrasyona hayır’ dedi durdu. 

1948 tarihli SOYKIRIM SUÇUNUN ÖNLENMESİNE VE CEZALANDIRILMASINA DAİR BM SÖZLEŞMESİ ile 1998 tarihli ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ-ROMA STATÜSÜ’nün oluşmasında büyük katkısı olan ‘soykırım’ kavramının mucidi Raphael Lemkin ‘asimilasyon ve entegrasyon’ ikilisini soykırımı tanımlamak için kullanır. Kıbrıs’ta TC işgali dememek için ‘asimilasyon ve entegrasyon’ diyenler çok daha ciddi bir kavram kullanıyor.

Nüfus konusunu dile getirmekten kaçınanlar ise arada sırada ‘sömürge’ ve ‘sömürgecilik’ diyor; meseleyi ‘sömürü’ye bağlıyor. ‘Sömürge’ kelimesi ‘Koloni’ demektir. Sömürü kelimesi ile hiçbir alakası yoktur. Koloni ise ‘yeni yerleşilen bölge’ demektir. Yani konu gene nüfus meselesidir!

Kelimelerle oynayarak gerçeği değiştiremezsiniz…

Yerleşimci sömürgeci nüfusun tepkisini çekmemek için ‘işgal’ kelimesini ağzına almayan; işgali başka kavramlarla perdelemeye çalışanların çabası nafiledir. İşgal dememek için ‘vesayet’ dediğinizde komik duruma düşüyorsunuz. İşgal yerine ‘asimilasyon ve entegrasyon’ veya ‘yok oluş’ dediğinizde trajik duruma düşüyorsunuz: ‘Yok edici’niz (Exterminator) kimdir?

Kavramlarla oynamayın. Yarım asırdır Kıbrıs’ta solcular züccaciye dükkânına giren fil gibi darmadağın etti kavramları ve hakikati… Uluslararası sözleşmelerde ve teoride ne olduğu tanımlanmış olan ‘şeyler’in anlamı Mesarya ile Beşparmaklar arasında değişmez.

Hem Rumların evlerini ve topraklarını gasp eden yerleşimci nüfusu hem de Rumlarla bir arada barış içinde yaşamayı savunamazsınız. Hem uluslararası hukuku hem de uluslararası hukuka göre Kıbrıs’ta işgalci olan ve savaş suçu işleyen Türkiye’yi savunamazsınız.

Kafanıza göre Kıbrıslı olmayı tanımlayamazsınız. ‘‘Burasını vatan bilenler’’ diye bir tanım yoktur uluslararası hukukta. Kıbrıslı, Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olan ve bu hakka sahip olandır. Etnik-kültürel-dinsel bir tanımı yoktur Kıbrıslılığın. Türkiye’de vatandaşlığın temeli 1923’tür, Kıbrıs’ta ise 1960’tır. Vatandaşlık hukuka göre tanımlanır. Karar vereceksiniz: Uluslararası hukuk ve insan hakları mı, yoksa işgalcinin mevzuatı mı?

Siz KKTC’yi ‘vatan’ olarak kurguladığınız ve ‘‘Burasını vatan bilenler’’ diyerek vatandaşlık hukuku uydurduğunuz için ‘‘Haçanabir tatillerde Kıbrıs’a gidecen, annem ve babam olmasa ne işim olacak Kıbrıs’ta’’ diyor Avrupa’da tıp okuyan genç.

Çünkü işgalci rejim kadar, işgalciye ve onun yerleşimci nüfusuna yaranmak için CTP, TKP-BDH-TDP geleneği ve sendikalar da yok etti KIBRIS ÜLKESİ GERÇEĞİ’ni.

Fikret Demirağ’ın “Nereye gidersen git bir Trodos yükselecek yüreğinde” dizesi ile bakamıyorsunuz Kıbrıs’a: TC işgali adına geliştirdiğiniz ‘‘Burasını vatan bilenler’’ vatandaşlık yasası ile statükoyu yeniden ve yeniden üretiyorsunuz.

İster misiniz KKTC Anayasası’na ‘‘Burasını vatan bilen herkes KKTC yurttaşı sayılır’’ diye yazsınlar?

22 Şubat 1985’te Kurucu Meclis’te yurttaşlık yasasının görüşüldüğü oturumda Arif Hasan Tahsin şöyle der:

-‘‘Kıbrıs Türkü’nün yurttaşlık hakkına tecavüz edilmiştir bu 10 yıl içinde. Hükümetler bu yetkiyi Kıbrıs Türkünün aleyhine kullanmışlardır ve öyle bir durum yaratılmıştır ki, birden fazla uyruğu olanlar tek uyruklulardan daha fazla bir nüfusa sahip olmuşlardır. Geçmişi yaşamış bir kişi olarak bu maddeye olumlu oy vermem mümkün değildir. 1963’ü yaşadık, Türkiye Büyükelçiliği’ne sığınmaları gördük. İngiliz Büyükelçiliği’ne sığınmaları gördük. TEK UYRUKLU YURTTAŞ ÇEKTİ BU ÜLKENİN KAHRINI. 1974’ü yaşadık. Saray Otel birden fazla uyruklu olan kimselerle doldu. Ve helikopterler gelip almışlar bu yurttaş dediklerimizi. Ve 10 yıl içinde gelen hükümetler sanki böyle bir yetki verilmiş gibi Kıbrıs Türkünün nüfusunu aşan bir nüfusu yurttaşlığa kabul etmişlerdir. Yurttaşlıktan çıkarılsın mı? Biz yurttaşlıktan çıkarıldık biz ikinci uyruktan. Eğer bu sürdürülürse gelecekte görülecektir ki güç koşullarda gene kala kala yapayalnız kalacağız. Sayın Durduran’ın (Yurttaşlık Bakanlar Kurulu kararıyla değil, Meclis onayıyla verilsin) önerisini destekleyeceğim ama bir sonuç alınacağına inanmıyorum. Bu birden fazla uyruk işi bu noktada kesilmezse Kıbrıs Türkü’nün devamlılığı tehlikeye girer inancındayım. Bu nedenle başlangıçta dediğim gibi bu maddenin tümüne ret oyu vereceğim’’…

Arif hocadan sonra da Raif Denktaş o meşhur konuşmasını yapar…

-“Kendi vatanında vatansızlığa mahkum edilmek istenen dünyadaki ender halklardan biri olma durumundan kurtulmalıyız” diyen Raif’in babası Rauf Denktaş’ın sömürge savcılığını yaptığı İngiliz’in zamanında başladı Kıbrıs’ta ÜLKE GERÇEĞİnin imha edilmesi.

İngiltere’de basılan Türkçe kitaplarla sömürgeci Britanya Kıbrıslı Türklere ülke diye Türkiye’yi belletmeye çalıştı.

Şairimiz Feriha Altıok’un bir hatırası var İngiliz sömürgeciliğinin Kıbrıs’ta ülke algısını nasıl yok ettiği konusunda:

‘‘…Bir sömürge çocuğu olarak doğdum.

Okula başladığım ilk gün, sınıfımızın duvarında asılı başındaki tacı ile görmeye alışık olmadığım görünüş zenginliğiyle bir kadın fotoğrafı oldu.

-“Bu güzel kadın kim?” diye sordum öğretmenime.

Beni duymazlıktan mı geldi, anlatsa da anlamayacağımı mı düşündü cevap vermedi bana.

Nasıl olsa bir gün öğreneceğimi düşünmüş de olabilir ki öyle oldu zaten. Biz İngiliz’in sömürgesiydik, ben de bir sömürge çocuğuydum.

“Kraliçem çok yaşa” dedirttikleri sömürge çocukları…

İlk mektep yıllarımın hiç unutamadığım en büyük şokunu üçüncü sınıfta öğretmenin tahtaya yazdığı bir yazıyı defterime geçirirken yaşadım.

Tahtada aynen şöyle yazıyordu:

-“Yurdumuz üç tarafı denizlerle çevrili bir memlekettir”…

Bir bu cümleye baktım, bir de karatahtanın hemen yanında asılı duran ve dört yanı denizle dolanmış Kıbrıs haritasına…

Konuşma izni bile istemeden “Öğretmenim yanlış yazdınız ‘bizim yurdumuz bu haritadaki Kıbrıs değil mi? O da denizin ortasında değil mi?” dedim. Öğretmen o yazıyı bir kitaba bakarak yazıyordu tahtaya.

‘Kitap öyle yazıyor’ dedi öğretmen ve susturdu beni.

Neden 65-66 sene öncesinin bu ilk akıl karışıklığımı döktüm bu akşam?

Çünkü bugün yine aynı soruyu sordum kendime ve çoktan göçüp giden sevgili öğretmenime:

‘Öğretmenim bu nasıl harita?’…’’

Evet, sömürgeci İngiliz’in Kıbrıslılara ilk dersi buydu: ‘‘Sizin ülkeniz Kıbrıs değildir. Rumca konuşanların ülkesi Yunanistan’dır, Türkçe konuşanların ülkesi ise Türkiye!’’…

KIBRIS’TA ÜLKE GERÇEĞİni ilkokul üçüncü sınıftaki küçücük Feriha kadar sorgulayamayan bir solun bu ülkenin geleceğini tayin etmek için yapabileceği hiçbir şey yoktur…

İlkokul üçüncü sınıftaki çocuk kadar sorgulayın en azından!

‘‘Burasını vatan bilenler’’ dediğinizde ‘vatan’dan kastınız birinci, ikinci ve üçüncü derece askeri bölgelerden oluşan KKTC’dir. Yerleşimci nüfusu savunarak yaptığınız ‘paspas’lıktır. Paspas kapının dışında durur, içeri girecek olan ayaklarını siler. Her paspas da eskiyince çöpe atılır…

Kıbrıs’ta ülke gerçeğinin yok edilmesi İngiltere’de basılan Türkçe kitaplarla başlar, Filistin’de ise 2 Kasım 1917’de Balfour Deklarasyonu ile İngiliz sömürgeciliğinin Filistin ülkesini Siyonistlere vadetmesi ile…

Yerleşimci sömürgeciliği açısından İsrail’in kuruluşu bir milattır. Filistinlilerin ‘nakba’, yani ‘felaket’ olarak andıkları gün!

‘15 Mayıs 1948’ çağımızda yerleşimci sömürgeciliğinin ruhudur: Başkasının toprağına çökerek ‘devlet olmak’…

Başkasının toprağına çökmek, yalnızca toprağa çökmek değildir. Kimliğini çalmaktır; önce çalar, sonra şekillendirir ve imha eder.

Yemek menüsüne ‘Badadez Köftesi’ yerine ‘Kıbrıs köfte’ yazdılar diye kaynatırsınız ortalığı; sonra da ‘Burasını vatan bilenler’ diyerek yerleşimci sömürgeciliği adına ‘vatandaşlığı’ savunursunuz…

Yemek Sepeti şirketi Kıbrıs’ı Türkiye’ye ilhak edilmiş gösterip bir köfte haritası yayınladı. Yurt algısını yitirenlerin tek itirazı Badadez Köftesi’nin yanlış yazılmasına oldu, ilhaka değil…

Yerleşimci sömürgeciliği koca bir ülkenin, Filistin’in adını değiştirdi. Değil ki bir köftenin adını değiştirmeyecek…

İsrail de Filistin yemeklerinin adını değiştirip ‘kendi kültürü’ olarak sunar. Yerleşimci sömürgeciliği yalnızca toprağı değil, kimliği de çalar.

Badadez Köftesi kadar kıymeti yok mu kimliğinizin ve vatanınızın?

(29 Mayıs 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author