Yerleşimci sömürgeciliği: İşgalci gasp ettiği evin ‘anahtar’ından korkar

Aziz Şah – Bir toprağın üzerinde ‘vatan’ icat ederken tarih, dil ve toprak-nüfus birliğine ihtiyaç vardır. 1974’ten beridir yaşadığımız budur. Türkiye yarım asırdır Kıbrıs’ta yeni bir Türkiye icat etmeye çalışır. Geçmişe ve geleceğe çektirilen acı bu ‘icat’ içindir. Latince ‘terra’dan, ‘toprak’tan gelen territorium’u / ülke’yi yaratmak için anahtar kelime ‘iskân’dır. Yerleşimci sömürgeciliğinin Türkçesi.

Yerleşimci sömürgeciliği ‘ülke gerçeği’ni imha eder, diye yazıp anlatırım örneklerle. İngiliz sömürgeciliği devrinde tarih kitaplarında Kıbrıslıların ülkesi Türkiye ve Yunanistan’dır deniyordu; ‘KKTC Eğitim Bakanlığı’ ise “…Anayurdu Türkiye’ye, Türk ulusuna, öz yurduna, toplumuna ve ailesine güçlü bağlarla bağlı, yurttaşlar yetiştirmek…” der ‘MİLLİ EĞİTİM’in amacı için… ‘Eğitim’in önüne ‘MİLLİ’ tabirini koyan Türkiye dışında kaç ülke var, bilmiyorum; öyle bir bitmek tükenmek bilmez ‘milli inşa’dır bu. Milli Savunma ve Milli Eğitim Bakanlıkları var: ‘Vatan’ icat etmek için gerekli iki araç.

***

Madem ki konu gene yeni kimlik-vatan icadında ‘milli eğitim’in rolüne geldi, eğitimci bürokrasinin çok iyi bildiği ama öğretmen sendikalarının tartışmadığı ‘Milli Eğitimin Geçici 10. Maddesi’nden bahsedelim…

“Milli Eğitimin Amacı” KKTC Eğitim Bakanlığı’nca şöyle açıklanır:

“…Anayurdu Türkiye’ye, Türk ulusuna, öz yurduna, toplumuna ve ailesine güçlü bağlarla bağlı, yurttaşlar yetiştirmek…”

Çünkü KKTC bir ülke değildir, yurt ya da vatan hiç değildir. Memleket olamaz zaten; Kıbrıs’ta bir KKTC olsa da KKTC’de bir Kıbrıs yoktur çünkü…

Çünkü KKTC işgal rejiminin perdesidir. TC’nin Kıbrıs’ın kuzeyindeki sömürge rejiminin gecekondusudur. Bu yüzden ‘KKTC eğitim sistemi’nin amacı “öz yurdu-anayurdu Türkiye’ye bağlı yurttaşlar yetiştirmek”tir…

Eğitim sistemi ‘‘Kıbrıs öz yurdun ve anayurdun değildir’’ diyor. Bu sebepten, sömürge meselesi “ülke gerçeği” meselesidir. Bizim ana sorunumuz ‘ülke’ algısı sorunudur.

KKTC, TC’nin Kıbrıslılara karşı yürüttüğü kansız soykırımın ve ilhakçı asimilasyon-entegrasyon politikalarının üzerindeki örtüdür.

KKTC Eğitim Bakanlığı’nın amacı için ‘‘Türkiye’ye bağlı yurttaşlar yetiştirmek’’ deniyor. Çünkü KKTC Eğitim Bakanlığı denilen şey Kıbrıs’ta değildir, işgal bölgesindedir. ‘Yurttaş’ kelimesini de tebaa olarak okuyun. Çünkü sömürgede temel ve evrensel insan haklarına sahip yurttaş olun(a)maz.

Milli Eğitimin Temel İlkeleri’nde ise eğitim sisteminin “Geçici 10. Madde”si olan bir “Uyumluluk” maddesi vardır:

“Kıbrıs Türk milli eğitim kurumlarında uygulanan öğretim programları ile Türkiye’deki özdeş eğitim kurumlarında uygulanmakta olan öğretim programları arasında Kıbrıs Türk toplumunun gereksinimleri gözetilmek koşuluyla uyum sağlanır…”

Her alanın bir “Geçici 10. Maddesi” var. ‘Uyumluluk’ da eğitimdeki 10. Madde!

***

‘Vatan yapmak’ ve ‘vatan bilmek’ tabirlerinin yarım asırdır Kıbrıs’ın kuzeyinde işgalcilerin dilinden düşmemesinin sebebi bu. Başkasının yurdunu silah zoru ile gasp edip ‘vatanlaştırma’ya kalktığınızda ‘eski’ vatanı tamamen yok etmek zorundasınız. Yerleşimci sömürgeciliğinin çıkmazı budur: Ne kadar yok ederse yok etsin, binlerce yılın birikimini tam olarak imhâ edemediği için çıldırır ve daha çok saldırır.

Yerleşimci sömürgeciliğinin yok ettikçe yok edemediğini keşfetmesi onu daha çok barbarlaştırır. Çünkü gasp ettiği toprağa ait olmadığını bilir…

Boynunda bir anahtarla kara çarşaflı bir yas kadını geldiğinde ‘Bu ev benimdir’ diye, bir daha anlar yok edemediğini…

-Ne kadar yok edersen et, bir anahtara yenileceksin!

Bunu anlatan bir film bile yapıldı işgal edilmiş Filistin topraklarında: ‘Bağışlamak’…

1948’de Siyonist paramiliter çeteler Filistin köyü Deyr Yasin’de bir katliam yapar. Sonra, köyün yıkıntılarının üzerine bir akıl hastanesi inşa edilir. İlk hastalar da Auschwitz’den Dachau’dan Buchenwald’dan Majdanek’ten Stutthof’tan Mauthausen’den Neuengamme’den Ravensbrück’ten kurtulan soykırım mağduru Yahudilerdir. Yok edilen Filistin köyünün üzerindeki akıl hastanesinde kalan soykırım mağdurları da toprağı kazarak kendilerinden önce orada yaşayan insanların eşyalarını bulmaya başlar…

Filmin asıl adamı Auschwitz’den kurtulan “Muselmann” lakaplı Yakup’tur…

“Muselmann” Auschwitz’te kurtulma şansı olmayanlara verilen isimdi. Toplama kampının ölmemiş ölüleri…

Auschwitz’in “Muselmann”ı Yakup o cehennemden kurtulur. Deyr Yasin’in yıkıntıları üzerindeki akıl hastanesinde kazı yapar. Deli bir arkeolog!

Psikiyatr doktora psikanaliz dersleri verir deli Yakup…

Bilinçaltı bilinçüstü, toprağın altı toprağın üstü…

Ve “ben köstebeğim” der. Toprağı kazarak köyün eski sahiplerine ait eşyalarla tedavi olur. “Çok faydalı bir terapi yöntemi” der doktora…

Deli Yakup için ‘tedavi’dir bu.

Ancak yerleşimci sömürgeciliği yok ettiği kimliği parça parça bile olsa karşısında bulduğunda çıldırır…

-“Sorun Türklüğü bir türlü kabullenemeyip, Kıbrıslılık kimliğini öne çıkaranlardadır” demişti Erhan Arıklı.

***

Türkiye’nin TC kanun ve yönetmenlikleriyle, Kıbrıs’ta silah zoru ile zapt ettiği topraklarda yürüttüğü iskân ve nüfus politikası, yani demografi mühendisliği, ülke gerçeğinin imhası, Kıbrıs’ın kuzeyinin yalnızca idari anlamda değil, kitlelerin bilincinde de Türkiye’nin iç mekânına katılmasıdır.

Esas mesele insanların bilincinde yok etmektir ‘ülke gerçeği’ni: Bunun içindir MİLLİ EĞİTİM.

-İnanan yoksa tanrı yoktur, işgalcinin karşısında savunan yoksa vatan yoktur.

Kıbrıs’ta nüfus ve iskân politikasının pusulası 1934 İskân Kanunu’nun temel amacı budur: Varolan ülkenin yerine yenisini ikame etmek.

Bir ülkeyi silip yerine başka bir ülke ikame etmek sanıldığı kadar kolay değildir. İnsanın hafızasını silseniz bile (ki tamamen silemezsiniz!), coğrafyanın hafızasını haritadan kolay kolay silemezsiniz.

Arif Hasan Tahsin ‘‘Coğrafya tarihi yener’’ demişti…

Yarım asırlık işgalin ve sömürge düzeninin yarattığı ‘Kıbrıslı insana’ bakarak Arif hoca kadar iyimser olma ihtimalim yok. Ancak dağını sıkıp çakıl taşı yaptıkları bu coğrafya bile Türk Tarih Tezi’ne ve Güneş Dil Teorisi’ne iyi kök söktürdü. Hakkını vermek lazım…

-Coğrafya tarihe kök söktürür, diyebilirim ancak, Arif hocanın gönlü olsun…

İşte, coğrafyaya duydukları kindendir, durup durup ‘linobambagi, evrodo, dönme, Türkümsü’ diye Kıbrıslıya saldırmaları. Kıbrıslıya yakıştırdıkları her ‘hakaret’in kökeninde soyu-sopu belli olmayan ‘NE İDÜĞÜ BELİRSİZ’ manası yatır.

KIBRIS ve KIBRISLI demek ‘NE İDÜĞÜ BELİRSİZ’ demektir yerleşimci sömürgecilik ve onun Türkçü sopası için. Çünkü işgalci ‘ırk’sal olarak işgal ettiği ve esir aldığından üstün olduğuna inanmak zorundadır.

Bu bağlamda,

-“Sorun Türklüğü bir türlü kabullenemeyip, Kıbrıslılık kimliğini öne çıkaranlardadır” demişti Erhan Arıklı.

Bu sebeptendir 23 Haziran 2022’de sömürgeci bürokrat Fuat Oktay, orman yangını bölgesinde önce ‘Kıbrıslı Türk kardeşlerim’ dedi, sonra panikle ‘Kıbrıs Türkü’ diye düzeltti…

Kıbrıslı demeye korkuyorlar, Kürt demeye korktukları gibi. ‘Kıbrıslı’yı her yerden silmeye çalışıyorlar…

Sömürgeciliğin kutsal üçlüsü bunu emreder: İMHÂ-İNKÂR-ASİMİLASYON!

Kıbrıslı kimliğini yok etmek için o kelimeyi silmek zorundadırlar. İnsanları ne kadar asimile etseler ve ülke gerçekliğini silikleştirseler de ‘Kıbrıslı’ kelimesinin geçtiği her yerde, Filistin köyü Deyr Yasin’de topraktan çıkan bir anahtar gibi gerçeğin soğuğu vurur yüzlerine…

Kıbrıs ülkesi, Kıbrıs vatanı, Kıbrıs yurdu, Kıbrıslının anavatanı Kıbrıs, Kıbrıslı, Kıbrıslı kimliği, Kıbrıs bayrağının adından ve varlığından duydukları rahatsızlığın kaynağı budur.

Yunanca resmi adı “Kipriaki Dimokratia” (Kıbrıslı Cumhuriyeti) olan Türkçede ‘‘Kıbrıs Cumhuriyeti’’ denen devletin varlığından ve adından bu yüzden cüzzamdan kaçar gibi kaçarlar.

Yarım asırdır hedef aldıkları yapılarımızın adında da Kıbrıs var: Adında Kıbrıs geçen sendikalarımızdan adında Kıbrıs geçen kamu kuruluşlarımıza kadar…

Haritadan Kıbrıs’ı silemedikleri müddet saldırmaya devam edecekler: Çünkü yerleşimci sömürgeci ideoloji başkasının hayatına ve ülkesine çöktüğünü ve gasp ettiğini bildiği için saldırır. Haksız olduğunu bildiği için durmadan saldırır…

İşte bu tanımladığımız sürecin bütünü ‘ilhak’tır: Türkiye, Kıbrıs’ın silah zoru ile zapt ettiği topraklarını Türkiyeleştirerek ilhak eder.

Boş yere ilhak ettiydi-edeceğidi diye ‘ilhak söylentisi’ çıkarmanıza gerek yoktur. İlhak halihazırda yaşayan bir organizmadır.

Yerleşimci sömürgeciliğinin olduğu yerde ilhaktan korkmanıza gerek yoktur. Çünkü yapılan her inşaat ilhakın belgesidir.

***

Kıbrıs’ın kuzeyinin kolonileştirilmesine 1934 İskân Kanunu çerçevesinde 1975’te başlandığını daha önce yazdık. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın 2 Mayıs 1975’te üzerinde ‘ÇOK GİZLİ’ damgası vurulu ‘‘Kıbrıs’ın Türk Bölgesindeki İşgücü Açığının Türkiye’den Gönderilecek İşgücü İle Kapatılmasına İlişkin Yönetmenlik’’in 20. Maddesi’nde karşımıza çıkan 2510 sayılı kanunla. Meşhur Türkleştirme Kanunu, ‘1934 İskân Kanunu’…

Bir yasa/kanun hiçbir zaman tek başına bir hukuk metni değildir. Ya olanın ya da hayal edilenin fotoğrafıdır ve yapıldığı dönemin ‘ruhu’ vardır yasalarda.

Adı üstünde 1934: Avrupa’da faşizm yükseliyor, Türkiye’de gayri-Müslim (Ermeni-Rum) nüfusun tasfiyesinden sonra sıra Kürtlere gelmiş…

Bir toprağın üzerinde ‘vatan’ icat ederken tarih, dil ve toprak-nüfus birliğine ihtiyaç vardır. Toprak-nüfus birliğini İskân Kanunu oluşturur. Peki, tarih ve dil kendi haline mi bırakılacak?

1930’lu yıllarda Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi etrafında dönen tartışmalar çeşitli yapılarda kurumsallaştı. Ulusu inşa ederken iskân ile mekânı, dil ve tarih ile de ‘yeni insan’ı yarattılar. 

İskân kanunu ile mekânı Türkleştirip yurt yaparken, Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi ile yeni bir kimlik inşasına girişildi:

-Türk Tarih Tezi’ne göre, yeryüzündeki en eski uygarlık olan Türklük hayvanları ilk evcilleştiren, madeni ilk işleyen, yazıyı ilk bulan medeniyettir. Orta Asya’da yaşanan bir kuraklık sonucu Türkler dünyanın dört bir tarafına dağılmak zorunda kalınca bugünkü uygarlıklar ortaya çıkmıştır.

-Güneş Dil Teorisi’ne göre ise, Türkçe tüm dünya halklarının dillerinin türediği bir kök-dildir.

Kıbrıs’taki yerleşimci nüfus sömürgeciliğinin temeli olan 1934 İskân Kanunu’nun ideolojik arka planı budur.

Kıbrıs’ta işgal işbirlikçisi Kıbrıslı sağcıların yerleşimci sömürgeci nüfus için kullandığı ‘‘Kıbrıs’ı vatan yapmak’’ ve solcuların ‘‘Kıbrıs’ı vatan bilmek’’ söyleminin arkasında yatan yeni bir ‘vatan yaratılması’nın arka planı budur. İşte bu ilhakın ta kendisidir!

Türkçü faşizmin ‘linobambagi, evrodu, Türkümsü, dönme’ diye baktığı Kıbrıslının melezliğinden duydukları rahatsızlığı belki biraz daha iyi anlıyorsunuzdur.

Kıbrıslı melezliği ile övünürken karşısına dikilen ‘etnik saflık’ saplantısındaki faşizmdir.

8000 yıllık Kıbrıs tarihini, yarım asırlık ‘KİN’ şiiri ile yeneceklerini sanırlar…

***

8000 yılın şiirini yazan Fikret Demirağ der ki:

“Bu küçük, güneşli anne toprakta

Bir mızrak yarasından başka ne kaldı

Üçüncü Tuthmosis’in Eski Mısır’ından?

Hitit ki o kadar bir rüzgâr gibi geçti buralardan

Ne kaldı şimdi, ne kaldı şimdi?

Güneşin ve uygarlığın kaçıncı hışırtısıydı

bu göklerin altında Dor ve Akha?

Bir tohumu sevgiyle eker gibi toprağa

onlar dikmedi mi güneşli elleriyle

mermerin ilk fısıltılarını buraya,

onlar biçimlendirmedi mi ilk bilge mozaiği?

Yanıt ver ey tarihin yaşıtı zeytin,

ey yırtığından incir fışkıran kaya!”  

Faşizmin meşhur ‘KİN’ şiiri ise der ki:

“Bin gâvur kellesi bir kin ödemez,

Bu kin benden vallahi de gitmez.

Otuz bininin taşla ezsem başını
On bininin pensle söksem dişini
Yüz bininin çaya döksem leşini
Bu kin benden vallahi de gidemez
Bin gavur kellesi bir kin ödemez”

8000 yıla karşı yarım asırlık kin…

Belki bu sebeptendi Arif hocanın ‘‘Coğrafya tarihi yener’’ deyip durması…

***

Kıbrıs’a nüfus taşımak için 2 Mayıs 1975’te TC Dışişleri’nin yayınladığı YÖNETMENLİK ile Kıbrıs’ın kuzeyi 2510 sayılı 1934 İskân Kanunu’nun ‘DİLDE, KANDA, KÜLTÜRDE BİRLİK’ amacı doğrultusunda iskân edilir.

Nevzat Onaran’ın Türk Nüfus Mühendisliği 1914-1940 isimli kitabından (s. 283) aktarıyorum:

2510 sayılı kanunun temel özelliği, Türk’e, Sünni İslâm’a ve anadili Türkçe’ye göre ayrımcılık yapılmasıdır:

-Türk ırkından olan-olmayan (madde 7, 12 ve 13)

-Türk kültürüne bağlı [Sünni-İslâm] olan-olmayan (madde 10, 11)

-Soyca Türk olan-olmayan (madde 12) gibi ırk, din ve anadil kriterlerine göre ayrımı esas alan kanun, ‘öteki’ olanların demografik yapıdan tasfiyesine yönelik politikaların icrasına temel oluşturdu.’’

Yerleşimci Türkçü faşizmin ‘linobambaki, dönme, Türkümsü’ nefretinin nereden çıktığını biraz daha iyi anladıysanız; 8000 yıllık tarihle yaşıt zeytine sırtınızı dayandığınızda yarım asırlık KİN şiirinin tek kaynağının ‘korku’ olduğunu anlarsınız.

Korkuyorlar…

Çünkü ırkçı ve sömürgeci kendinden önce yaşayanları ve tarihi yok ederek var olabilir ancak.

Filistin köyü Deyr Yasin’de kalıntılar üzerine inşa edilen akıl hastanesinde Auschwitz’in “Muselmann”ı Yakup’un kazarak bulduğu ANAHTARdan korkuyorlar…

(3 Temmuz 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author