Trump bir isim değil, sıfattır!

Aziz Şah – Ağır hasta olan dünya ekonomisini komaya soktu Korona…

Uluslararası kapitalizmin aydınları ne yapacağını bilmiyor…

Zaten senelerce doğru teşhis koymamak için direttiler, inkâr yoluna gittiler. Nasıl ki doktora gittiğinizde size “kansersiniz” dediğinde önce inkâr edersiniz, sonra “neden ben?” diye öfkelenirsiniz, ardından “bir yanlışlık olmasın diye başka doktora gidersiniz”, kabullenmek zorunda kalırsınız…

İşte uluslararası kapitalizmin düşünürleri de 2008’de inkâr yolunu tercih etti…

Yıl olmuş 2020, 12 senedir sürüyor kriz, bütün dünyayı bir tur dolaştıktan sonra ikinci tura geçti; Üçüncü Büyük Depresyon’a hâlâ “büyük ya da uzun resesyon” diyen iktisatçılar ve hatta sosyalist yazarlar var dünyada…

2008-9, 2010, 2013-15, 2016-18 ve 2020’den kim bilir kaça kadar gidecek olan kriz çevrimleri, kriz içinde krizler yaşandı. Her bir dönemde belli bir gelişmişlik seviyesindeki ekonomileri vurdu. 2020’de ise bütün dünyayı!

2010 yılında büyük sermayenin gazetelerinde Yunanistan için tartışılan formüller 2020’de dünya için tartışılıyor: Kemer mi sıkmalı, Keynesçi mi olmalı?

Kapitalizmin beyninde kafatası kadar olmuş bir tümör var… 

Bugün yaşadığımız ekonomik krize sadece resesyon (daralma) demek neye benzer bilir misiniz?

Beyninizin içinde kavun kadar tümör var, siz ise baş ağrısı deyip panadol içiyorsunuz!

Tam olarak dünya kapitalizminin durumu bu…

Dünyada çok erken uyanan burjuva iktisatçıları da var, hâlâ uyanamayan büyük sosyalist partiler de var…

Korona günlerinde üç “dahiyane” fikir duydum Kıbrıs’ta “sol”dan…

Sosyal demokrat bir doktor “Keynesçi dayanışmaya geçelim” dedi…

Bir eski sendikacı “ithal ikameciliğe geçelim” dedi…

Malum “sol” parti vekilleri de mecliste “İç borçlanmaya gidelim, vatandaşa para dağıtalım, piyasayı harlayalım” dedi…

Bu fikirleri okudukça saçımı başımı yoldum!

Sağımızın durumu daha vahim…

Uluslararası kapitalizm komada, normal zamanda turist gelmeyen bu askeri bölgeye Korona sayesinden turist yağacağını iddia ediyorlar…

Dünya yanarken saç tarıyorlar!

İşin aslı Kıbrıs’ta dile getirilen bu saçma görüşler üstüne tek cümle yazmaya değmezdi eğer Avrupa ve Amerika’daki orijinal görüşlerin karikatürü olmasalar…

Saçmalama konusunda dünyalı olabiliyorsunuz baylar, ama insanlığı kucaklama konusunda dünyalı olamıyorsunuz ne yazık ki…

Bundan iki sene önce 2 Eylül 2018’de dünyada sürmekte olan ticaret savaşını anlatmak için bir yazı yazdım. Küreselleşme sürecinin tersine dönmesi olan “Küresizleşme” süreci, gümrük vergileri, korumacılık politikaları ve Trump’ın başlattığı ticaret savaşı üzerine…

Yazının başlığı şöyleydi: 

“Ölü bir av köpeği ile tavşan avlayabilir misiniz?”

İşte tam olarak Keynesçi fanteziler, ithal ikameci absürd projeler, tüketimi harlayıp kapitalizmi kurtarmak ölü av köpeğine tavşan avlatmaktır…

Tarihin sonunu ilan edip şen kahkahalar atan liberaller biz Marx, Lenin, devrim dedikçe bize kuru kafalı der. 1917’de ve 1968’de yaşadığımızı söylerler…

Tahrir’den Wall Street’e, Şili’den Lübnan’a, Sintagma’dan Puerto del Sol’a dünyanın bütün meydanlarının son 10 senede ekonomik depresyonla birlikte kaç kez dalgalandığını görmez kör gözleri…

Biz de kör göze parmak atar dururuz!

Bize tarih öncesinde kaldınız diyenler durup durup 1930’ların Ordoliberal (Alman liberalizmi), 1945 sonrasının Keynesçi, 1960-80 döneminin ithal ikameci politikalarına dönmeye kalkarlar. Tarihin birinci dersi: Tarih tekerrür etmez. Her yeni koşul kendi içerisinde değerlendirilir…

Burjuva iktisatçılarından son bir aydır dinlediğimiz bütün çözüm önerileri 30’lardan 40’lardan ve 50’lerden kalma. Ama günümüz kapitalizmi o günün düzeyinde değil…

“Kapitalizm aşırı mal üretiyor, malı satamıyor, bu yüzden kriz oluyor” gibi sık sık duyduğunuz masum görünen ama bilimsel hiçbir temeli olmayan “eksik tüketim teorisi”nin sonucu olarak “depolarda biriken malı satarsak kriz ortadan kalkar” önermesi üzerine kurulu Keynesçi sosyal demokrat siyaset 1974’te gömüldü. 1945’ten 1960’ların ortasına kadar kapitalizmin büyüme döneminde tıkır tıkır işledi bu siyaset. 1968’den itibaren resesyonlar başladı, 1974-75’te 30 yıl sürecek kriz başladı, “mal sat-krizi bitir” yaklaşımı iflas etti. Sorun bu kadar basite indirgenemeyecek kadar karmaşıktır. Özetle kaçınılmaz olandır, “kâr oranının düşme eğilimi”…

Sosyal demokrat saplantı şuradan geliyor: 1974’e kadar dünyada reel ücretler yüksekti, 1974’ten sonra krizle reel ücretler düşürüldü. Şimdi reel ücretleri yükseltince krizden çıkarız diye bakıyorlar. Mekanik aklın sefaleti… Ama sermayenin üretim dışı spekülatif alana yığılması, finansal genişleme, silah ve reklam gibi üretken olmayan alanlara yapılan yığınak ve dünya ekonomisinin hücrelerine işlemiş hayali sermaye ile gerçek üretim alanında yaratılan malların değeri arasındaki uçurumdur krizin nedeni. Yani kağıt üzerindeki rakamlar ile dünya üzerindeki mallar birbirini tutmuyor. Aradaki açık demokratik yollarla kapanmaz: Ya sosyalist devrim ya dünya savaşı…

Sistem içi uçurum o noktadadır ki kapitalistler üretimden elde ettikleri artık değeri yeniden üretime yatırmak yerine İsviçre, Lüksemburg, Man adası gibi vergi cennetlerine gömüyor. Ünlü İngiliz Marksisti Michael Roberts gömülen para sermayenin %40 kadar olduğunu söylüyor. Yani zenginler üretim alanından para kaçırıyor. Bu da krizin diğer yönü…

Bu kadar derin, bu kadar çok yönlü bir krizi 1950’lerin Keynesçi sosyal demokrat politikalarına dönerek aşamazsınız.

1950’lerde değiliz, yıl 2020!

Bize dersiniz ya 1917’de değiliz, 21. yüzyıldayız diye…

Devletlerin kendileri borç batağındayken hem kendini hem piyasayı hem vatandaşı kurtarması mümkün değil. Devletin ekonomiye müdahale edebilmesi için bile önce ortada diri bir devlet olması gerek, batık devletler mezarlığı değil!

Yeni bir devirdeyiz…

Trump devridir bu devir. Trump bir isim değil, sıfattır. Yaşadığımız çöküşün sıfatı…

21. yüzyılda gördüğüm en büyük eylemler 2015-17 arası başta Almanya olmak üzere Avrupa ve Kuzey Amerika’da gerçekleşen TTIP ve CETA protestolarıydı…

Meydanlar insan kusuyordu…

TTIP Avrupa ile ABD arasındaki serbest ticaret anlaşmasıydı…

CETA ise Avrupa ile Kanada arasındaki serbest ticaret anlaşması…

Trump seçim kampanyasında TTIP’e karşı yürüyen milyonlarca insana söz verdi. Bu anlaşmayı yırtıp atacağım dedi. Dediğini yaptı…

Avrupa’nın ve Kanada’nın sol, muhafazakâr ve liberal hükümetleri ise milyonlarca protestocuyu umursamadan Kanada-Avrupa serbest ticaret anlaşmasını imzaladı…

Serbest ticaret karşıtı milyonlarca protestocuya verdiği sözü tutan çirkin, şişko, ahmak ve faşist Trump bir yanda; diğer tarafta milyonları umursamayan liberal, yakışıklı, bebek suratlı Trudeau ve muhafazakâr, güçlü kadın, bilim insanı Merkel…

Kitlelerin talebini Trump dinledi, liberaller görmezden geldi. Sonra da Trump’a oy verenler aptal, ha?

Trump serbest ticarete karşı, korumacılığı ve vergi duvarını yükseltiyor. “Önce Amerika!” diyor. Bunda şaşıracak bir şey yok. Anormal olan Trump değil, dönemi kavrayamayan liberal zihniyettir. Beyinlerinin içindeki liberal tümör yüzünden düşünemiyorlar: Piyasanın kutsallığı, sermayenin özgürlüğü, serbest ticaret saplantısı zamanı kavramalarına müsaade etmiyor…

1873,1929 ve 2008… Üç büyük depresyon yaşandı tarihte. Üçünden sonra da gümrük vergileri, korumacılık politikaları ve ekonomik milliyetçilik yükseldi. Dönemi kavrarsanız koşullara uygun sosyalist politika yaparsınız, kavrayamazsanız dünya Trumplara kalır…

Trump bu yüzden bir isim değil sıfattır.

Trump yeni dönemin sembolüdür.

Ne Kıbrıs gibi küçük ne ABD kadar büyük, orta karar bir örnek vereyim: AB emperyalizminin en zayıf halkası Yunanistan’a bakalım.

Yunanistan’ın devrimci Marksist filozofu Savas Mihail Matsas 8 Mart 2012’de şöyle yazdı: “2010 yılında borçlar GSYH’nın yüzde 120’si düzeyindeydi; 2011’de ise, ‘kurtarma’ operasyonundan bir yıl sonra, artık sürdürülmesi olanaksız olan yüzde 169 düzeyine yükselmişti. Yeni kurtarma operasyonunun amacı borcun büyüklüğünü 2020 yılında yüzde 120.5’e indirmek, yani 2010 yılındaki başlangıç noktasından biraz daha yükseğe.”

Alman emperyalizminin “kurtarma” paketi işe yaradı mı dersiniz…

Tam aksine, Yunanistan’ın borcu arttı; kişi başına düşen milli gelirin %120.5’a gerilemesi beklenirken %195 oldu (2018 sonbahar rakamı). Daha anlaşılır bir rakam vereyim: 2018’de açıklandığı şekliyle Yunanistan 2060’a kadar dış borç ödeyecek…

3-5 aylık ya da 3-5 yıllık bir krizde değiliz. İnsanlığın varoluş yokoluş yüzyılının içindeyiz!

Aleksis Çipras teslim bayrağını çekmeden önce son hamlesi “Selanik Programı” adında bir reform paketiydi. Yunanistan Euro sisteminde kalarak 2060’a kadar yayılan dış borcunu AB ile yeniden müzakere edecekti ve Syriza ekonomiyi canlandırmak için kemer sıkmayı sona erdirerek 1950’lerdeki gibi kamu harcamalarını artıracaktı. Yani tüketimi pompalayarak ekonomiyi canlandırmayı hedefleyen temel Keynesçi doktrini uygulayacaktı…

2015’te Syriza’nın yapmak istediğini bugün bütün dünyada yapmaya çalışıyorlar ama dikişler patladı, organlar ortalığa saçıldı. Beyindeki tümör gözlerden dışarı fışkırdı…

Türkiye’nin kıymetli Marksistlerinden Ertuğrul Ahmet Tonak Haziran 2015’te şöyle yazdı:

“Syriza içindeki muhalefet Costas Lapavitsas’ın da içinde olduğu Syriza’nın daha sol unsurları başından beri müzakerelerde izlenen hattı eleştiriyorlar.  Avrodan hatta AB’den çıkılmasını öneren, müzakerelerde borçların silinmesi, ertelenmesi taleplerinden geri adım atılmaması gerektiğini savunan bir muhalefet bu.  Kaldı ki, seçmenlere müzakereler nasıl giderse gitsin uygulanacağı sözü verilen bir Selanik Programı var. Lapavitsas’ın dediği gibi, bu program “sanıldığı gibi Bolşevik bir program değil, bildiğimiz ılımlı Keynesçi bir programdır” ve simsarlar “ne yapıp yapıp uygulatmayacaklardır”…

Biri Türk, diğeri Yunanlı insanlık için kıymetli iki önemli Marksist Ahmet Tonak ve Costas Lapavistas 2015’te tüketimi teşvik ederek sistemi yaşatmaya çalışan reform programı uygulanamazdı, dahası uygulatmazlardı diyor.

Trajikomik olan şu: 2015’te Yunanistan’ın gırtlağına çöküp reform yapmasına müsaade etmeyenler 5 sene sonra kriz dip noktasını delip bilinmeze doğru yol alırken müsaade etmedikleri reform programlarını uygulamaya çalışıyorlar.

Yani 2015’te Çipras’a pansuman etkisi yapacak reformu yaptırmayanlar, 2020’de engelledikleri reformu yapmak istiyorlar. Onları da başkaları engelliyor!

Tarihin ironisi…

2015 yılında AB’de Yunanistan’ın reform yapmasına müsaade edenler ile müsaade etmeyenler hâlâ bugün kavga ediyor. Bu defa çok farklı bir biçimde…

2015’te AB’nin menfaatleri için Yunanistan’ın üzerinden tankla geçmeye hazırdılar, 2020’de ise kendi ulusal çıkarları için İtalya ve İspanya gibi borç talep eden AB ülkelerinin üzerinden tankla geçmeye hazırlar.

2015’le 2020 arasında uçurum var: 2015’te Avrupalıydılar, 2020’de ulusal çıkarı AB’nin önüne koyuyorlar. 2015’te AB’nin varlığı için Yunanistan’ı feda ediyorlardı kemer sıkma politikaları ile, 2020’de AB’yi feda ediyorlar ulusal çıkarları için…

Kızdıkları Trump’a benzediler AB içerisinde birbirlerine karşı. Trump bir sıfattır, gerisi laf-ü güzaftır…

(17 Mayıs 2020 tarihinde Afrika gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author