Erdoğan’ın “müjde”si üzerine sayıklayanlar: “MARAŞ’A DOKUNMAK” MI İSTİYORSUNUZ?

Aziz Şah – 15-20 Temmuz’un sene-i devriyesi…

Havuz medyasında Erdoğan’ın Kıbrıs’ta vereceği “müjde” konuşuluyor…

Maraş, doğalgaz, KKTC’ye başkanlık sistemi, yeni askeri üs, duma duma dum…

Zaplıyorum havuz medyasını, hepsinde Kıbrıs var. Propaganda bakanlığından talimat gitmiş…

NTV’de “Pasaport” programında gene en acayip cümleyi Tatar ediyor. “1974’te hiç kan akmadı” diyor gülümseyerek.

İyiden şekere batırılmış elmaya çevirdiler savaşı!

Hadi Türkler hiç katliam yapmaz, tecavüz etmez… Eee, be kardeşim kurşun da mı sıkmaz?

E hadi Türkler ne katliam yapar ne tecavüz eder, Rum da mı yapmaz?

Savaş hakkında konuşurken kas gevşetici, sakinleştirici, anti-depresan almış gibi konuşmuyorlar mı?

Kan bile akmadıysa nedir “kutlanan” ve “kutsanan”?

-Kanı susturun, diye altyazı geçiyor beynimde.

Hiç kan akmadığına göre, nasıl aldılar kanla Kıbrıs’ı? “Kıbrıs’ı kanla aldık” nedir o zaman?

Kan akmadı. Türkler katliam yapmadı, Rumlar da katliam yapmadı…

Devam ediyorum zaplamaya kanalları: CNN Türk’te havuz medyasının süs balığı Nedim Şener 20-30 bin Rumun Maraş’a dönmek için Erdoğan’ın vereceği “müjde”yi beklediğini söylüyor…

Duydun mu re gumbare?

-Erdoğan’ın vereceği müjde Rumlar için de müjde, diyor…

Rumlar Derinya’da Erdoğan’ı ve işgali sevinçlerinden protesto ediyorlar demek ki…

Kafalar “A Haber” kıvamında: Erdoğan’ı protesto eden Kıbrıslılar Erdoğan’ın “müjde”sini bekliyor…

40 bin Maraşlı Rumun Maraş’a dönmek istediğini CNN Türk’ten öğrenirken 40 bin Rumun oturduğu malların 4’te 3’ünün de Osmanlı malı olduğunu öğreniyoruz. Halbuki 2006 yılından bu yana Maraş için başvuranlar sadece 344 kişi…

Derken emekli büyükelçi Uluç Özülker, Türkiye Barolar Birliği’nin hukuki sorunların aşılması için çalışma yaptığını söylüyor. Öğreniyoruz ki Türkiye Barolar Birliği Maraş hakkında çoook önemli bir çalışma yapmış, ancak Erdoğan konuşmadan kendisinin açıklamasının doğru olmayacağını söylüyor…  

Müjde müjde içinde…

Müjde müjdeye dolanmış…

Müjde müjdenin sırrı…

Emekli büyükelçi Çinlilerin Maraş’a yatırım yapmak istediğini, otel işletmek istediğini, hatta İngilizlerin de niyetli olduğunu ileri sürerken havuz medyasının en Amerikancı ve İsrail yandaşı emekli askerlerinden tayyareci Mesut Hakkı Caşın coşuyor. 

-İsrail de var, İsrail de Maraş’a yatırım yapmak istiyor, diye giriyor araya!

Maraş’ın 4’te 3’ü Osmanlı malı ama İsrail, Çin, İngiliz yatırım yapmak için sıraya girdi. Madem ki Osmanlı malıdır neden İsrail’e peşkeş çekiyorsunuz? 5’li çete ne güne duruyor? Yapın Maraş’ın üstüne “yılanlar için geçiş garantili bir köprü”, geçmeyen her bir yılan başına da bin dolar ceza yazın, hakem olarak da İngiltere’deki tahkim mahkemelerini gösterin!

Sevgili okur, gülme…

Maraş’ın üstüne “cennet yolu” diye köprü de yapar bunlar…

İsrail gelecekmiş de Osmanlı vakıf malına çöksün…

5’li çetenin hakkını yemeyin!

Bir de bizim Kıbrıs Türk Müteahhitler Birliği’nin yol yamalarına iki kürek çakıl atmasına müsaade edin de heveslerini alsınlar…  

Aslında Caracas-Lazkiye uyuşturucu güzergahına transit bir de Maraş marinası olsa, milli dava pudralanır da!

Ama sormak lazım İkinci Selim’e, vakıf malında pudra şekeri caiz midir?

Havuz medyasını izlerken hangi saray dalkavuğu söyledi, farkında değilim:

-Maraş’ta istediğimizi yaparız, Amerika da karışamaz!

Bu yüzden yollamıyor musunuz askerleri zaten Afganistan’a? Sam Amca’ya hürmetten…

Afganistan’da ölecek askerin karşılığında ABD 100-150 bin Türkçe konuşan Kıbrıslı’yı Kıbrıs’ın kuzeyinde rehin tutmanıza laf etmez…

En acısı da havuz medyasına çıkarılan Kıbrıslıların- ki bazıları gerçekten barıştan yanadır- Kıbrıs konusunda üretilen yalan propagandasını güçlendirmek için araya “konuk şarkıcı” gibi alındıklarının farkında olmamalarıdır.

Videla’yı, Pinochet’yi, Salazar’ı, Evren’i seviniz…

Kameraman Goebbels’e de “Lefkara işi” hediye etseydiniz…

Velhasıl, düğmeye basılmış gibi Maraş ve doğalgaz “müjdeleri”ni veriyor havuz medyası…

Her zaman dediğim gibi: Türkiye’nin elinde kala kala bir Kürtler, bir de Türk Kıbrıslılar kaldı başına bela olacakları… 

Erdoğan “müjde” verecekmiş…

Bu memlekette Erdoğan’ın içinde bulunduğumuz dönemde verebileceği tek bir müjde var: Kutlu Adalı’yı vur emrini verenler ve tetiği çekenler kimlerdir?

Kelime anlamıyla “müjde” başka bir manaya gelmez bizde!

İçinde Kıbrıs’ın geçmediği cümlelerle, Kıbrıslının dekor bile olmadığı ve konudan haberi olmadan, Erdoğan’ın kafasının içindeki Maraş meselesi üstüne dönen –“Amerikalılara Maraş dondurması göndeririz” diye dalgası geçilen- saçma sapan diyaloglarla geleceğimiz konuşuluyor.  

Amerikalılara Maraş dondurması değil, Afganistan’a Mehmetçik’i gönderirsiniz…

Mehmetçiğin kan bedeli ile de Maraş’ta şov yapmanıza müsaade edilir bir kez daha…

ABD’yi de tanırız…

Kore’den beridir kan bedeli ile siyaset yapanları da tanırız…

Bu kadar saçmalığın içinden ancak felsefeyle çıkarız:

“Her ne kadar ‘Kıbrıs’ diye bir şeyin artık varolmadığına inanmaya çağrılıyorsak da bu, her resmi söylem gibi, artık yıllardır kabuk bağlamış bir yüzey çatlağının hukukileştirilmesinden ve ideolojileştirilmesinden başka bir şey değil elbette”.

Ulus Baker bu cümleyi 1995’te yazdı.

‘Kıbrıs’ diye bir şeyin artık varolmadığına çağrıldığını Kıbrıslı daha yeni fark etti…

Ulus’un artık yıllardır kabuk bağlamış bir yüzey çatlağının hukukileştirilmesinden ve ideolojileştirilmesinden başka bir şey değil dediği de “Maraş”ın kendisidir.

Türkiye Barolar Birliği hukukileştiriyor “yara”mızı…

İslamcılar ve Türkçüler ise ideolojileştiriyor “yara”mızı…

Boğaziçi Üniversitesi’ni 6 aydır fethedemeyen başkomutan Erdoğan’ın Türk askerinin elinde “askeri bölge” statüsünde duran çitlerle çevrili bir toprak parçası olan “Kapalı Maraş”ı bilmem kaçıncı kez fethini izliyoruz…

Bir Kıbrıslı Maraş’a baktı mı hüzünlenir…

Harabe bir şehre, savaşın canlı tanığına, nefes alıp veren savaşa bakarken hüzünlenmez misiniz?

Türkiye ekranlarında Maraş dendiğinde ağzının suyu akmayanı daha görmedim…

Farklıyık be gavole işte: Kıbrıslının hüzünlendiğine “Türk aydını”nın ağzı sulanır…

Bir zamanların muhalifi, şimdilerin havuz medyası süs balığı Nedim Şener dangalakça bir laf ediyor:

-Maraş’a dokunamıyorduk, artık dokunabiliyoruz!

“Maraş’a dokunmak” nedir?

Maraş’ta tecavüze uğrayıp apartmandan atılan ama ölmeyip sakat kalan kadının hikâyesini duymadınız…

Kıbrıslıların yazdıklarını okumadınız…

En azından kendi Paşa’larınızın hatıralarını okusaydınız:

Genelkurmay Özel Harp Dairesi Başkanlığı, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı, Ege Ordusu, 7. Kolordu, Doğu Yurtiçi Bölge, 4. Zırhlı Tugay Komutanlığı yapmış Kemal Yamak Paşa’nın “Sofrası kurulu, tabağında yemeği yarım kalmış evler” dediği Maraş, size gayrimenkul olarak “dokunulacak” bir servet gibi görünüyor…

Şöyle yazıyor Paşa anılarında:

“Önce harekat sırasında devletler hukuku (uluslararası hukuk) açısından Maraş’ın, Girne ve Omorfo’yla ne farkı vardı da, böyle özel bir statü oluşmuştu?

Hiçbir farkı yoktu.

Öyleyse neden, kimin emriyle veya kimin kararıyla bu statü oluşmuş ve şehir böyle kalmıştı?

Tümende ve daha sonraki araştırmalarıma göre kolorduda, o anda verilmiş bu konuda hiçbir emir ve talimat yoktu.

Acaba Rumlar burayı neden alelacele terk etmişlerdi.

Sofrası kurulu, tabağında yemeği yarım kalmış evler vardı.

Her şey olduğu gibi bırakılıp gidilmişti.

Acaba o zamanki Magosa kaymakamı veya valisi olan Rum yönetici gelse ve Türk komutanına, ‘Biz gerçeği görüyor ve yönetiminizi kabul ediyoruz. Bütün emirlerinize uymaya hazırız. Lütfen katliam ve yağma olmasın. Sizden istediğimiz tek şey bir güvencedir’ dese ve halkı kalmaya ikna etse durum ne olabilirdi?

Acaba bu statünün oluşmasında bölgede kalmış olan birkaç Barış Gücü gözetleme postasının rolü olmuş muydu?

Yoksa boşaltılmış şehri yağma ve tahripten korumak için alınan güvenlik önlemleri, konulan yasaklar ve uygulamada gösterilen titizlik mi burada bir boş ve yasak şehir oluşturmuştu?

Bazıları Maraş’taki üçüncü devletlere ait yapı ve tesislerin çokluğunun buna neden olduğunu söylüyordu. Girne’de de bunlardan yok muydu?

Bütün bu sorulara cevap arıyor ve bulamıyordum.”

Tabakta kalan yemeği, sofrasını öylece bırakıp kaçan yerlileri biliyor Paşa ama “Maraş’ın yağmadan korumak için mi” kapatıldığını soruyor…

Yağma bittikten sonra kapatılmış bir şehri yağmadan korumak için mi kapattılar, Paşa cevap arıyor…

En önemlisi ise Rum kaymakamı veya valisi gelip “Lütfen katliam ve yağma olmasın” dese diyor…

Nasıl bir cümledir ve nasıl bir bilinçaltıdır…

“Lütfen katliam ve yağma yapmayınız!”

Yoruma bile gerek bırakmıyor Paşa’nın satırları…

Ama kendi Paşa’larınızın hatıralarını bile okumadınız, “Maraş’a dokunmak”tan bahsedersiniz…

Maraş’taki toplu mezarlardan hiç mi korkmuyorsunuz?

Geçen sene yeni tanıklıkları Andreas Paraskos yazdı, sonra da Şener Levent…

Siz “Maraş’a dokunmak” isteyenler, Paraskos’u da tanımazsınız. Söyleyeyim: “Hiç kan akmadı” denilen o savaşta Türk ve Rum kayıpları ilk yazan, Türk Kıbrıslıların gömülü olduğu toplu mezarları ilk ziyaret eden Rum gazeteci…

Geçen sene Maraşlı Ksenya Hacıpavlu’nun hikayesini yazdı Paraskos Kathimerini gazetesinde.

18 Aralık 2020’de de Şener Levent yazdı:

“Türk askerleri Maraş’a girdiklerinde sekiz aylık hamileymiş Ksenya Hanım…

25 yaşında…

30 yaşındaki eşi Mihalakis, Florida Oteli’nde aşçı yardımcısı olarak çalışmaktaymış…

3 çocukları varmış…

4, 3 ve 2 yaşlarında…

Mihalakis o gün çocuklar aç kalmasınlar diye onlara patates ve süt getirmek için çıkmış evden…

Ve dönmemiş bir daha…

Kardeşi Kostakis de onunla birlikteymiş…

Her ikisinin de öldürülmüş olduğunu öğrenmiş sonra…

Barış Gücü askerleri bulmuş onları…

Ve götürüp Stavroz eski mezarlığına gömmüşler…

Türklere haber vermişler önce, sokaktaki cesetleri toplamaları için…

Türkler hiç ilgilenmeyince İsveçli Barış Gücü askerleri alıp gömmüşler…

(…)

Ormidya göçmen çadırlarında dünyaya getirmiş ikinci kızını…

Çadırdaki bir gecesini de şöyle anlatıyor:

“Bir gece çok şiddetli bir rüzgar çıktı, çadır zaten eğikti, neredeyse yıkılmak üzereydi ve küçük Thomas yüksek sesle ağlamaya başlamıştı. Çadırdan dışarı çıkarak bağırıyordu. ‘Yardım et baba! Thomas’ına acımıyor musun? Bak çadır üstümüze yıkıldı… Baba yardım et…’ Etraftaki çadırlarda bulunanlar bu sözler üzerine ağlamaya başladılar… Thomas’ı teselli etmeye çalışıyorlardı…”

***

Şöyle diyor Kıbrıs’ın bozgununda filozof olmuş Ulus Baker Lefkoşa için:

“Yeryüzü coğrafyasının hiçbir parçası, bölünmüş ve parçalanmış bir kent kadar tekinsiz, hazin, kuşku uyandırıcı ve üzüntü verici değildir”…

Maraş’a dokunmak mı istiyorsunuz?

-Üşür ölüm bile!

Küçük Thomas’a babasının kemiklerini verin…

O zaman Maraş’a dokunmuş sayılırsınız Baylar!  

(18 Temmuz 2021 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author