23 Nisan: Kıbrıslı Türk ahalisinin yurdundan göçü

Aziz Şah – Yitik bir yurdun mezar taşını yazarız her gün bu gazetede…

Kaybedilmiş bir davanın mahkemesinin avlusundaki uğultuyuz her gün…

Kaybedilmiş davanın Üst Mahkeme’ye götürülerek yeniden görülmesi için kendi kalemimizi kırarız her gün…

Yazdıklarımızın suya yazıldığını bile bile yazarız…

Suyu tokatlayarak yazarız, kıyıya vursun diye dalgası!

Herkesin duymak istediğinin ve söylediğinin tersini söyleriz, çünkü çoğunluk doğru olsaydı bu halde olmazdık…

Herkesin duymak istediğini söyleseydik, sevenimiz çok olurdu ama boş beleş yazmış olurduk. Yazdıklarımız ‘arkeologlar’ın işine yaramazdı…

‘Yazının öldüğü bir çağdayız’ diyorlar, yazı ölmez, yazı ölürse insanı insan yapan herşey ölür…

Mezar taşı yazısını ise tarih bile öldüremez. Muhakkak okuyacak bir ‘arkeolog’ bulunur, bin yıl geçse bile…

23 Nisan kurşunlarla Kıbrıslı Türk ahalisinin mezar taşının yazılmaya başlandığı gündür…

Bu kurduğum cümle ne 1958’de başlayan terör dalgasını önemsiz kılar ne de 11 Nisan 1965’te öldürülen Derviş Ali Kavazoğlu’na kurulan kalleş pusuyu, ne 1963’ü ne 1974’ü önemsizleştirir…

Ancak bazı kırılma noktaları kendisinden sonrasının miladıdır.

İşte, biz 23 Nisan’da çok kırıldık!

23 Nisan 1962’de Kıbrıs Cumhuriyeti’ni savundukları için öldürülen iki avukat-gazetecinin katli, ‘Rumlarla bir arada yaşayamayız’ diyerek devleti yıkmaya ve ülkeyi bölmeye yemin etmiş Kıbrıs Türk Liderliği’nin saha temizliğiydi.

23 Nisan Türkiye’nin egemenlik bayramıdır…

Aynı 23 Nisan Kıbrıslı Türklerin kendi yurdunda elinde tuttuğu egemenliği yitirerek göçünün başladığı gündür…

23 Nisan’da başladı ahalinin gidişi…

23 Nisan 1962’de Ayhan Hikmet ile Ahmet Muzaffer Gürkan’ın öldürülmesiyle başladı göçümüz bu yurttan…

Hikmet ile Gürkan’ın tabutlarının taşındığı arabanın arkasından yürüyen o ahali, göç kervanıdır.

Kıbrıs Türk Liderliği’nin Türkiye Cumhuriyeti Devleti idaresinin ‘Kıbrıs Cumhuriyeti yaşayacak’ politikasına rağmen, 1960 İhtilali’nden kaynaklı ‘otorite boşluğu’ndan faydalanarak yürüttüğü Taksim Politikası’nın ilk göç kervanıdır Hikmet ile Gürkan’ın cenaze aracının ardından yürüyen ahali…

Kıbrıs Türk Liderliği ahaliyi önce Rumlardan ayrıştırarak gettolara toplayıp ilk göçü başlattı; göç başladı mı durmaz, sonra 1974 göçü, ardından Avusturalya, Kanada, İngiltere göçü…

Verdik on binlerimizi, vereceğiz daha on binlerimizi, Hikmet ve Gürkan’ın cenaze aracının arkasındaki göç kervanına…

***

Arif Hasan Tahsin ‘GEÇMİŞİ BİLMEDEN GELECEĞE BAKMAK’ kitabında şöyle der:

‘‘Muzaffer Gürkan ile Ayhan Hikmet olayı hiç tartışmasız, büyük bir haksızlıktı. Çeyrek asrı aşan sürede düzeltilme yönüne gidilmeyen haksızlıklardan.

Sn. Denktaş’ın konuya ilişkin açıklamaları, bir başka kuşkuyu da yaratmaktadır. O da şu: Dr. Küçük, ‘ABD her yıl Yorgacis’e komünistleri takip için iki yüz bin lira verirdi. Amerikan elçisine, bana yirmi bin ver bütün komünistleri kırk sekiz saatte temizleyim dedim’ derdi. Denktaş’ın dedikleri doğruysa, o zaman bu paradan, Türk kesiminde alanlar da vardı demektir. Ve Ayhan Hikmetler de bu dümenin yoluna gitmişler demektir.

O zaman haksızlık çok daha büyük demektir. Ne ilgisi vardı ki Ayhan Hikmet’le Muzaffer Gürkan’ın komünistlikle? (…)

Görünürdeki tek gerçek şudur: Ayhan Hikmet’le Muzaffer Gürkan, o günün Türkiye hükümeti ve Kıbrıs’taki temsilcisi Emin Dırvana’nın izlediği ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yaşatma politikası’na uygun bir politik çizgide seyretme çabası içinde oldukları için öldürülmüşlerdir’’…

***

1960 Cumhuriyeti ilan edildiğinde Türkiye’nin Kıbrıs’a atadığı ilk Büyükelçi Kıbrıs kökenli emekli General Emin Dırvana olur.

Dırvana Büyükelçi olarak atandığı Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yıkmak değil, yaşatmak için görevlendirildi. Ancak hem 1960 İhtilali’nin Kıbrıs’taki Özel Harp Dairesi’nde yarattığı ‘otorite boşluğu’, hem de Kıbrıs’ı bölmeye yemin etmiş Denktaş liderliğinin karşısına çıktığı için TC Büyükelçisi’ni İsmet Paşa’ya jurnalleyecek kadar ileri gitmesi, Dırvana’nın Kıbrıs’ta barış içinde bir arada yaşamı savunmasını çok zora sokmuştur.

Dırvana bu ortamda doğal müttefik olarak yanında Gürkan’la Hikmet’i bulur!

16 Ağustos’ta Kıbrıs’a gelerek 17 Ağustos 1960’ta itimatnamesini Dr. Küçük’ün hazır bulunduğu törende Makarios’a sunan Emin Dırvana Osmanlı başvezirlerinden Kıbrıslı Emin Paşa’nın torunuydu.

Dırvana Kıbrıs’a ayak bastıktan sonra gazetecilerle bir toplantı düzenler…

Onlara şöyle der:

-“Ben Büyükelçi Emin Dırvana, sizlerle yüzyüze görüşme gereğini duydum. Elbette bir ülkenin basınının kamuoyu oluşturmakta önemli bir rolü vardır. Sizler de burada bu rolü üstlenmiş bulunuyorsunuz. Kıbrıs’ta birçok olaylar yaşanmış, kan dökülmüş ve bugün bir cumhuriyet kurulmuştur. Elbette sizin de büyük bir sorumluluğunuz vardır…”

Sesini yükselterek devam eder Dırvana:

-“Nedir bu, Allah’ın günü Rumlarla uğraşıyorsunuz, onları çekiştiriyorsunuz… Sizin başka çekiştirecek konunuz yok mu?”

Dırvana bu toplantıda müstear isim ile milliyetçi yazılar yazarak toplumlararası çatışmayı kışkırtan bir yazarın kim olduğunu sorar…

Hikmet Afif Mapollar’dır bu!

Dırvana da Mapollar’a bir tokat atar…

***

Dırvana Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yaşatma ve Taksim Politikası’nı etkisizleştirme konusunda kararlıdır. Burada Arif Hasan Tahsin’in tanıklığına başvuralım. ‘GEÇMİŞTEN GELECEĞE BİR KIBRIS HİKÂYESİ’ kitabında Arif hoca şöyle yazar:

‘‘Sn. Emin Dırvana’nın Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ilişkin tavrını bir de kişi olarak bilenlerdenim.

1960-1961 ders yılında Öğretmen Koleji Talebe Cemiyeti’nin Başkanı’ydım. 27-28 Ocak gecesine Sn. Emin Dırvana’yı da davet etmemiz gerektiği söylendi bize. Erkek Lisesi ile Kız Lisesi’nden birer öğrenci, ben ve öğretmen olarak Erol Özçelik Köşklüçiftlik’teki Türkiye Büyükelçiliği’ne gittik. Bizi Sn. Emin Dırvana bir odaya aldı. Kapıyı iç taraftan kilitledi ve özetle şunları söyledi:

-‘‘Gelirim ama ağzınıza ‘Taksim’ lafını alırsanız kalkar kaçarım. Siz bakmayın Rum çocuklarının ‘ENOSİS’ demelerine. Makarios ENOSİS lafını ağzına alırsa, kulağından tutar saraydan atarım’’.

Arif hoca devam eder:

‘‘Türkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, İsmet Paşa’nın Başbakanlığı döneminde, Kıbrıs’ta olay istemediğini daha sonra da yaşayarak öğrenmiştik. Hatta, ‘İsmet Paşa Kıbrıs’a gönderilen silahları geri ister’ de denmişti bir ara ve bir de emir verilmişti bize bu konuda’’…

1964’te Kıbrıs Türk Liderliği’nin Kıbrıs Cumhuriyeti meclis, makam ve mevkilerini terk etmesinden sonra İsmet Paşa’nın Dr. Küçük’e “Vazifenizin başına dönün!” dediği meşhur mektubun ‘devlet aklı’nı, Emin Dırvana’nın ve İsmet Paşa’nın tavrını kavramak için Büyükelçi Turgut Tülümen’e kulak verelim:

“Ankara’dan gelen talimatlarda, Kıbrıs Anayasasının uygulama safhasında ortaya çıkabilecek pürüzleri, ipi koparmadan sonuçlandırmamız isteniyordu. Türkiye’nin kendi iç sorunları giderilmeden dış politikada yeni bir krize meydan verilemezdi”…

Pürüzleri ipi koparmadan çözmeye çalışan Emin Dırvana’yı da gidip Ankara’ya jurnalliyorlardı. Denktaş ve heyeti bir Ankara ziyareti sırasında Dırvana’yı İsmet Paşa’ya şikayet eder.

Karşılığında aldıkları cevaptan hoşlanmazlar:

-“Ne istiyorsunuz, onu New York’a büyükelçi mi atayım!”

***

1960’ta Emin Dırvana Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşaması için görevlendirildi. Karşısında da devleti yıkmaya azmetmiş Kıbrıs Türk Liderliği ve Özel Harp Dairesi’ndeki ‘boşluk’ vardı…

Bir yanda Dırvana diğer yanda Denktaş, bu çatışmanın ortasında-dünya provokasyonlar tarihine geçen- Bayraktar ve Ömerge Camileri’nin bombalanması olayı ile konu yeni bir boyut kazanır.

Bayraktar ve Ömerge Camileri’ni kimin bombaladığını açıklayacağız diye yazdıkları günün gecesinde öldürülen Muzaffer Gürkan ve Ayhan Hikmet’in cinayeti ve cami bombalaması konusunda da Denktaş ve kontrgerilla ile ters düşer Dırvana…

O gün sıcağı sıcağına:

-“Rumlar yapmış değildir, yapan kimse bulunacaktır” der.

Rumlar yaptı diyen Denktaş haksız çıkar, Dırvana haklı çıkar, camileri de Türk kontrgerillası bombaladı, gazetecileri de Türk kontrgerillası öldürdü…

Yıllar sonra Özel Harp Dairesi Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu “Kıbrıs’ta cami bile yaktık” diyerek Dırvana’yı doğrular. 

16 Ağustos 1960’da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte TMT’nin varlığı konusunda Türkiye’de yaşanan tereddüdü Yılmaz Başkaya ‘TMT VE KIBRIS TÜRKÜ’ kitabında şöyle anlatır:

‘‘Bu karmaşık ortamda Türk Liderlerin arasında da bazı anlaşmazlıklar söz konusuydu. Denktaş ‘Hatıralar’ isimli kitabında, 1960 İhtilali’nin Kıbrıs’ta TMT saflarında değişikliklere neden olduğunu, TMT’nin başkanı Albay Rıza Vuruşkan’ın Türkiye’ye döndüğünü, yerine yardımcısı Yarbay Şefik Karakurt’un kaldığını, Yarbayın ihtilalciler arasındaki bir yakını aracılığıyla bu göreve atandığını anlatır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yurtdışı görev süreleri iki yıllıktı. Kıbrıs’ta görev yapan TMT liderleri de iki yılda bir değiştirilirdi. 6 Eylül 1962 yılında göreve başlayan Albay Kemal Coşkun’un görev süresi 19 Şubat 1967 tarihine kadar uzatıldı. Daha sonra tekrar iki yıllık görev süresi uygulamasına geçildi.  Denktaş ‘Hatıralar’ isimli kitabında ayrıca, Yarbay Şefik Karakurt’un TC Büyükelçisi Emin Dırvana’nın suyundan giderek kendisinin raporlarını dikkate almadığını; bunun üzerine durumu o zaman Kıbrıs’ta görev yapan Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alay Komutanı Albay Turgut Sunalp’a aktardığını ve anılan personelin Türkiye’ye geri çağrıldığını yazar. TMT’nin o dönemde önemli görevlerde bulunan üyeleri de Denktaş’ın, TMT lideriyle anlaşamadığını doğrular’’…

Bu ‘otorite boşluğu’ döneminde Türk Cemaat Meclisi, Türk toplumunun 1960 Cumhuriyeti Anlaşmalarından doğan haklarını alamadığından yakınan bir rapor hazırlayarak TC Büyükelçiliği’ne sunar. Dr. Küçük’ün müsteşarı Cemal Müftüzade raporu Doktor’un onaylamadığını (!) bildirir Dırvana’ya.  Dırvana raporu onaylayanları Elçiliğe çağırır. Dr. Necdet Ünel’e ‘‘Mercimek kafalı’’ diyerek 1960 Anlaşmalarının kalıcı olduğunu, kimsenin değiştirmeye gücünün yetmeyeceğini, Anayasaya saygılı olmanın erdemlerini anlattı. (Aktaran Başkaya)

Cumhuriyet’i yıkmak ve Kıbrıs’ı bölme yolunda Denktaş için herşey mubahtı: TC Devlet aygıtı içerisindeki çatlakları, Özel Harp Dairesi içindeki boşlukları kullanırdı, gerekirse komutanı, gerekirse Büyükelçi’yi Türkiye’ye jurnallerdi.  

Burada, Remzi Halluma’nın ‘FAİLİ MEÇHUL!’ kitabına bakalım:

‘‘Ahmet Gürkan-Ayhan Hikmet’in yerel liderliğe yöneltmiş olduğu eleştiriler ve gazeteleri Cumhuriyet’teki yayın politikaları, zamanın koşullarında liderlik tarafından kabul edilemez bir noktaya ulaşır. Bunun üzerine yerel otorite, ‘Avukatlar’ın ortadan kaldırılma talebini, dönemin TC yetkililerine iletir. Kabul görmeyen bu ilk başvurudan sonra ikinci kez aynı istekle bir müracaat daha yapılır. İkinci başvuruya, o dönem büyük tartışmalara neden olan ‘Yorgacis Bantları’ delil olarak ilave edilir. Yerel liderlik ikinci başvurudan oldukça umutludur. Ancak bu müracaat da kabul görmez ve reddedilir’’…

Burada kontrgerillanın nasıl planlı ve ‘resmi izin’le cinayet işlediğini de görüyoruz.

Bayrakta ve Ömerge Camileri’nin bombalanmasının Cumhuriyet gazetesince deşifre edileceğinin açıklanmasından sonra Kıbrıs’taki Özel Harp Dairesi’ndeki otorite boşluğunu kullanan Kıbrıs Türk Liderliği kıymetlilerimiz Ayhan ile Ahmet’i katleder.

Ayhan Hikmet ile Ahmet Muzaffer Gürkan TC Büyükelçisi Emin Dırvana ile o kadar yakındır ki, ‘‘Ahmet Muzaffer Gürkan, kızkardeşi Necla Gürkan’dan edindiğimiz bilgiye göre, Cumhuriyet gazetesine yazdığı makaleleri, yayınlamadan önce, Emin Dırvana’ya okutmaktaydı’’ diye yazar Arif Hasan Tahsin ‘GEÇMİŞTEN GELECEĞE BİR KIBRIS HİKÂYESİ’nde.    

İki avukat-gazeteci Gürkan ve Hikmet’in öldürülmesini onur meselesi yapıp istifa eder Dırvana…

1964’te terk etse de Kıbrıs Türk Liderliği Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki makamları, Cumhuriyet’in ve devlet sahibi olmanın sonu ve ölüm tarihi 23 Nisan 1962’dir Kıbrıslı Türk ahalisi için.

Ayhan ve Ahmet’in ölümüyle biz devletsiz ve Cumhuriyetsiz kaldık.

Tarihin trajedisi, 16 Ağustos 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu gün ilk sayısı yayınlanan CUMHURİYET gazetesinin 23 Nisan 1962’de Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş yıldönümünde son sayısı yayınlanır.

Gazetenin son sayısında 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın kutlandığı yazının başlığı ‘23 NİSAN GÜNEŞİ’dir.

O gün Kıbrıslı Türk ahalisi Cumhuriyetsiz kalır!

1964’te Cumhuriyet makamlarının terk edilmesi işin prosedürüdür. Ayhan ve Ahmet gibi ‘pürüzler’ ortadan kaldırıldığında aydınsız toplum sürüleştirilir. 23 Nisan 1962’de başlar göçtürülmemiz…

23 Nisan bizim bayramımız değildir…

23 Nisan bizim yasımızdır…

(24 Nisan tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author