Savaş suçları suya değil, kara kaplı deftere yazılır

Lefkoşa’da bombalanan Athalassa Akıl Hastanesi…

Aziz Şah – Temmuzdayız, kendi yağımızla kendi acımızda kavruluyoruz…

Yıl 1974 değil, tarih devam ediyor, savaşlar devam ediyor…

1990’larda Birleşmiş Milletler Somali’ye müdahale ettiğinde savaş suçlarına ‘evrensel yaklaşım’ açısından iki örnek çıktı ortaya. 

Belçikalı ve Kanadalı askerler Somalili sivillere işkence yapmakla suçlanmıştı, ABD ordusu ise havadan aşırı güç kullanımını öngören askeri doktrini ile kentteki tüm evleri yıkmış ve sivilleri öldürmüştü.

ABD Cenevre Konvansiyonlarını açıkça ihlal etmesine karşın, Belçikalılar ve Kanadalılar işkenceden dolayı kovuşturulmalarına rağmen ABD’li sorumlular hakkında işlem yapılmadı. Hava saldırılarının emirleri Mogadişu’daki komutanlıktan değil, Florida’daki CENTCOM karargâhından ve Beyaz Saray’dan gelmekteydi. Savaş suçlarının failleri üst düzey ABD yöneticileri olmasına karşın, burada ABD emperyalizminin dokunulmazlığından başka bir konu öne çıkıyor:

ABD’nin hava saldırısı doktrini sivil-asker temasını azalttığı için filli işkence vakaları azaldı. Dünyayı yöneten emperyalist akıl açısından masum sivillerin tepesine yağan bombalar tekil işkence vakalarını azaltıyorsa, Cenevre Konvansiyonu ihlallerini artırdığı halde, insan hakları konusunda başarı sayılıyor bu!

Bombardımanlarda emperyalizm açısından mesele ‘ek zarar’ meselesidir; asker-sivil teması azaldığında işkence azaldığı için insan hakları ihlallerinin de azaldığı varsayılır. Benzer vakaları Yugoslavya’da, Afganistan’da ve Yemen’de de görürüz. Şehir merkezi, okul otobüsü, hastane ve düğün bombardımanları hasıraltı edilebilirken, Irak’ta Ebu Garip zindanındaki işkenceler akıllara kazındı.

Savaş suçlarıyla ilgili sözleşmeleri ve anlaşmaları hazırlayan ve savaş suçlarına tepki veren kamuoyunu yaratan emperyalist batının kafasının nasıl çalıştığını anlamak bu anlamda önemli.

Kendi tarihimizden örnek verecek olursam Temmuz 1974’te Türkiye tarafından Lefkoşa’da Athalassa Akıl Hastanesi bombalandı, Rum ve Türk akıl hastaları beraber öldüler ve bombardımanda açılan çukurlara toplu olarak gömüldüler. Athalassa kamuoyunda gündem olmazken, ‘Son sigarasını içen Rum esirler’in infazı ve kayıp olarak kayda geçmesi senelerce kamuoyunu meşgul etti. Temmuz 1974’te aynı savaşın içinde iki ayrı vaka…

1990’larda ve 2000’lerde Balkan ve Orta Doğu halklarının yaşadığı çelişkileri biz 1974’te yaşadık. Hem milliyetçiliğin yarattığı körlükten hem ganimet sarhoşluğundan gözümüzün önündeki dersleri ne biz gördük ne de dünyaya gösterebildik…

Tarih ve hayat devam ediyor, dönelim biz günümüze… Somali’de ABD’nin hava saldırısı doktrini ile ‘ek zarar-zaiyat’a indirgenen insan hakları meselesini aklıma Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne bağlı Zaho’da gerçekleşen katliam getirdi…

Türkiye’nin harekât yürüttüğü Irak’ta Zaho ilçesi Derkar kasabasında topçu atışının nehir kenarındaki turistleri vurması sonucu 10 kişi ölürken onlarca kişi yaralandı. Turistler sarışın mavi gözlü olmadıkları için tabii ki batıdan beklenen tepki de gelmedi. Ancak bu katliam akıllara Roboski’yi getirdi…

Ankara işbirlikçisi Barzani yönetimi bile Türkiye’yi kınadı. Irak Milli Güvenlik Kurulu Türkiye’nin özür dilemesini ve askerini geri çekmesini talep etti. Konunun BM Güvenlik Konseyi’ne taşınması için girişim başlatıldı. Irak Parlamentosu’nda 91 milletvekili Türkiye’nin savaş suçu işlediğine dair bildiri yayınladı. Türkiye elçilikleri önünde protestolar düzenleniyor…

TC Dışişleri ise -tabii ki- katliam suçlamasını kabul etmedi, ancak Ankara ile işbirliği içinde olan Barzani ve Irak Merkezi hükümeti Türkiye’yi suçluyor. Bölgede yalnızca Kürtler yok, ABD’nin hedefindeki İran’a yakın milisler var…

Daha fazla uzatmadan şunu söyleyelim: Türkiye kendini ABD zannediyor, ama ABD binlerce kilometre ötededir. Sıkışınca Afganistan’dan kaçtı! Ancak Türkiye’nin kaçacak bir yeri yok. TC Devleti bu coğrafyanın halklarını emperyalizmin tetikçisi olarak her vurduğunda NATO’nun desteği ile yanına kâr kalabilir. Ancak halklar unutmuyor işte, yazıyorlar deftere…

(25 Temmuz 2022 tarihinde Avrupa gazetesinde yayınlanmıştır)

About the author